11 Ekim 2016 Salı

6. Ay Güncellemesi - İçler Dışlar Çarpımı

Bugün bir sürü başka makale de yazdım :) Hızımı alamadım, madem öyle bu blog’a da uğrayayım biraz..

Kabustan kurtulduğumdan beri geçen 6 ay.. Bir bakalım, görünenin ötesinde neler yaşanmış..

İlk 1-2 ayı hatırlıyorum. Epey zordu.

Onu kesinlikle özlemedim, o zamanlarda bile. Yani onun tarif ettiği gibi ondan vazgeçememe durumu, özlem vs kesinlikle yok.

Ama şu var ; öyle özdeşleştim, öyle içine girdim, öyle hissettim ki onu. Kendimi en son ailesine küfür ederken hatırlıyorum içten içte. “Bu adama ne yaptınız? O o zamanlar minicik bir çocuktu, ne istediniz ondan? Neden bu hale getirdiniz? Sevginizi neden esirgediniz? Allah sizin de belanızı versin” dediğimi hatırlıyorum. Kendi kendime tabi.

Çocukluk resimlerine bakıp, başına gelmiş olabilecek türlü felaketleri hayal ettiğimi, bunlarla o minicik yaşında nasıl baş edemediğini ve ne kadar yalnız bırakıldığını düşünüp, uzunca bir süre ben “o” oldum.

Ona bürünüp, onu çözmeye çalışırken de kendimle karşılaştım. Ve karşımda gördüğüm manzara hiç hoşuma gitmedi. Gördüğüm şeyi hiç sevmedim.

Anlatayım.

Beraber gittiğimiz terapiste birkaç seans daha devam ettim. Bir tür onaylanma ihtiyacım vardı. Bir şeyler yolunda değil, ve hiç kimse beni anlamıyor.
Şu an hala yaşadıklarımı sıfırdan birine anlatsam, beni kendi kadar dinleyecek, kendi kadar anlayacak.
O anda istediğin tek şey anlaşılmak. Tuhaf bir kafa. Biraz şefkat, bir anlayış. Hepsi bu.

Yakın çevrem de ne yazık ki bu konuda sınıfta kaldı. Fiziken görüşmeye devam etsem de ruhen ciddi kopuş yaşadığım arkadaşlıklarım oldu.

Kendi kendime, tek başıma, okuyarak, araştırarak, öğrenerek, bilene sorarak, yaşayanlara ulaşarak, kendi yolumu buldum. İyi ki yapmışım bunları, iyi ki pes etmemişim hiç. Bana olan faydası tarifsiz, geri dönüşleri mükemmel oldu zira.

Onu kurcalarken kendimi buldum dedim ya, buna kaç kişi cesaret gösterirdi bilemiyorum. Etrafımdan bana söylenilen gibi ‘geçip gitmedim, bırakıp devam etmedim’ ben. Üzerine gittim. Elimi içine soktum. En pis yerlerini gördüm işin.

Onu keşfetmeye çalışırken, kendimde de biraz ondan gördüğümü fark ettim. Yani bence, bana göre, ben de (özellikle ergenlik dönemimde) hafif seviyede bir narsisttim.

Klasik ‘Annem babam beni yeterince sevmedi, ben de kendimi sevdim’ durumu özetle.

Farkımız, seviyelerimizdi. Bir de gücümüz. Ben ondan daha güçlüyüm. Yüzleşme cesaretim var ve üzerine gidebiliyorum. Bunların hiçbiri onda yok.

Bir de, sanırım bu zımbırtı gerçekten seviye seviye.. Yani ben asla ama asla insan kullandığımı, insanları bana hizmet edecek araçlar olarak gördüğümü düşünmüyorum. Hatta kendimden şüphe edip sordum. Beni eskiden tanıyan insanlara sordum. Eski günlüklerimi okudum. Girdim ta içine. Öyle bir geri bildirim de almadım çok şükür. Sanırım bendeki seviye narsistik tandans. Eğilim. Şimdi ise, bu "EGO-ACTIVATED" durumumu hissettiğim anda yönetebiliyorum. Yani şöyle, fark ediyorum "evet, şu an içindeki savunma mekanizman konuşuyor, sence buna gerçekten ihtiyacın var mı? Bu kadar güçsüz müsün gerçekten?" diyorum. Bunu deyince de geçiyor zaten. Hoş, bu gözle bakarsan herkeste var biraz. Kimseye zarar vermediğin müddetçe, bir miktar olmasında sakınca olmaz gibi? 

Narsizm ve codependency çok zıt ama bir o kadar da benzer kavramlar zaten. Çok derine inmeme gerek yok. Herkesin hikayesi kendine tabi, ama bir noktada "yaşasın psikoloji bilimi" diye haykırasın geliyor. Birileri seni senden önce çözmüş, yazmış falan.. Güzel bir destek.. 

Bu yüzden bu adamla yaşadığım ilişki bana bu kadar derin koydu işte. Mesele adam değil, adam bir figür. Öylesine gelip geçen biri sadece. Mesele ben.

Anneme kızdım çok. Çok ama. Beni ihmal ettiği günleri anımsadım.

Özgüven, özsaygı, özsevgi, özdisiplin.. Başında öz olan her şeyin anne ile ilgili olduğunu biliyor muydunuz?

Bu adamla bu kadar uğraşmamın, yanında kalmayı seçmemin altındaki motivasyonun, geçmişte annemden almak istediğim ilgi olduğunu söylesem? Çok mu sıkıcı ya da bayık gelir? Gerçek buydu.
Annemin bana vermesi gereken sevgiyi kendi kendime vermenin yollarını öğrendim. Kitaplar okudum. Meditatif birkaç çalışma öğrendim. Kaçmadım. Üstüne gittim.

Bende eksikler vardı. Birkaç spiritüel eğitimin ardından bir hayli toparlamışım aslında, şimdi daha iyi görebiliyorum. Sonra gittim böyle bir canavarı çektim, sebebi vardı, sebebi benim gelişimime destek olmasıydı. Miladını doldurdu. İşini yaptı. Bitti.

Annemle de ilişkim, belki son 25 senedir olmadığı kadar iyi. Tamamen düzeldi diyemem, ama içimde müthiş gelişme var. Önemli olan da o zaten.

Peki neleri değiştirdi?

Artık “The nicest person in the World” değilim. Baya sınırlar çizmeyi öğrendim.

Gerekliydi.  İyi oldu.

Çevrem şaşkınlıkla izleyecek muhtemelen ama, benim yolum bu.

Memnun muyum bu halimden? Pek değil. Alışamadım.

Sevemedim yeni yerimi. Solarım ben burada. Bir gün ışığı lazım, bir yerleri kırmam, o ışığı almam lazım. Ya da koca bir kutu boya lazım, pembe.

O böyle mi yaşıyor hep? Hep hesaplayarak? Ne fena.. Hayat mı bu? Çok sevimsiz. His yok. Duygu yok hiç burada. Çok gri. Çok sahte. Nasıl yaşadı bunca sene?

En çok hazmedemediğim şey ise şunlar ;

1)      Baya bile isteye manipüle edildiğimi nasıl fark edemedim? (kendimi affetmem epey zamanımı aldı)
2)      Yanında bu kadar açık konuşan, bu kadar onu anlayan, kollarında ağladığı bir kadın bulmuşken, neden yine konfor alanında kalmayı seçti?

Yemin ediyorum başka derdim yoktu. Bir tek bu ikisi.

O da düşününce yani. Yoksa hayat baya güzel devam ediyor.

Eski erkek arkadaşımla görüşüyorum yeniden. Hatta bu satırları onun evinden yazıyorum.

Planlı olmadı. Açıkça her şeyi anlatıyorum da ona. Böyle kuzu kuzu oturuyoruz yan yana. Geziyoruz falan. Aşık değilim. Bence o da değil. Seviyoruz birbirimizi. Ve nedense iyi geliyoruz birbirimize şu an. Vaat yok, bir şey yok. 


Beni mutlu etmek için harcadığı çabayı görünce, nasıl etrafımda dört döndüğünü görünce, yaşadığım o kabusa lanet okuyorum. Dünya varmış diyorum. Buydu sevilmek diyorum. 

Adam olmak öyle havalı arabalar restoranlarla olmuyor. Onlar herkeste var. Şu an görüştüğüm insanda da var, eğer mesele buysa.

Mesele gittiğin yerde keyifle oturmak. E ben, bu adamı hayatımdan çıkardıktan sonra çok daha keyifli bir hayat yaşıyorum? Daha mutluyum? Neydi o zaman beni tutan?

Dedikçeeeee… Derinleşiyorsun. Üstünü kapamak da bir tercih tabi ama, bunca farkındalıkla yapamadım onu işte.

Şu an geldiğim nokta inanılır gibi değil. İş ilişkilerim, aile ilişkilerim, arkadaşlıklarım.. Hepsinin altını üstüne getirdim. Hoşlanmadığım bir çok şey buldum. Hepsini temizlemeye karar verdim.
Bu güç nereden geliyor, nasıl oldu bilmiyorum ama dönüştüğüm şey harika oldu.

Önümüze gelene bin tekme diye bir oyun vardı çocukken. Kol kola girer, bacaklarımızı kocaman aça aça yürürdük. Tam öyle hissediyorum.

Birini gözlemlerken, ya da alakasız bir şeyi konuşurken artık daha etraflıca analiz edebiliyorum. İyi kadar kötüyü de görebiliyorum. Sonra kötüyü de gördüğüm için kendimi "zehirlenmiş" hissediyorum. Sonra diyorum ki "bu da geçecek". Bir miktar kalsın, biraz olması sağlıklı. Bunu yönetmeye ve dengelemeye çalışıyorum sürekli işte. Çünkü bende hiç yoktu. Ne masumdum, ne güzeldi. Burada bir tercih yapmam gerekecek, konfor alanımda kalıp "Hayır, reddediyorum. Hayat böyle olmak zorunda değil. Ben yine saf kalacağım" deyip, benzer durumları kendime çekmeye devam edebilirim. Ya da, biraz akıllanıp, kötülükleri de görüp, iyiyi "seçebilirim". Benim fabrika ayarlarım "iyiydi". Aklımın ucundan geçmezdi böyle bir dünya, böyle insanlar.. Şimdi geçiyor.

Bir taraftan çok seviyorum dönüştüğüm şeyi, çok yakıştığımızı düşünüyorum. Özüm buymuş demek ki. Ne güçmüş anasını satayım, neredeymiş bunca zaman? Niye saklamışım? Neyden korkmuşum tam olarak? Dünya sikimde değil :) Ve şov ya da şekil de değil, basbayağı gerçek çok acayip..

Neye güvendiğimi de bilmiyorum. Kendime sanırım. Belki de ilk defa..Hayatımın masumiyet aşaması bitti sanki. Gerçekçi/realist bir dönem başladı gibi. Böyle hissediyorum. 

Diğer taraftan, alışmadık kıçta don durmazmış hesabı, temkinli ilerlemeye gayret ediyorum. Birini ya da bir şeyi yıkmak ya da kaybetmek müthiş kolay. Bu yüzden geceleri biraz da Allah’a sığınıyorum, doğru kararları vermeme yardımcı olması için.

Bu yüzden sanırım şu an geldiğim noktada, narsist beyimize teşekkür etmekten başka alternatifim kalmıyor. Beni büyüttüğü için. Şunları okusa, hayatta anlamaz. Öyle uzak ki bu dönüşümlerden. Konfor alanında mutlu mesut sıcacık yaşıyor. Hala “o kadın” ı arıyor. Bulamadan ölecek.

Deliliğin tanımı neymiş biliyor musunuz? Gerçek ile zihninde yarattığın illüzyon arasındaki boşluk.

Yani zihninde yarattığın dünya, gerçek dünyadan uzaklaştıkça, deliliğin seviyesi de artıyor. Adam bütün kadınların onu asla unutamadığına ve eşsiz olduğuna inanıyordu baya ciddi ciddi? Seviyeye bak?

Dışarıdan nasıl göründüğünü bir bilse.. Ama göremez. Rahatsızlık tamamen bunu inkar etmek üzerine kurulu zaten. 

Bu tanıma göre belki ben de onunla beraber delirmişim? Şimdi ise kendi gerçekliğimi yazar gibi bir halim var. Bu daha yakın gibi. Öyle diyelim :)

Sonuç olarak kimseye bir zararım yok. Ve gelişiyorum, kocaman oluyorum, dev!

Kendimi derinden sevmeyi öğrendim galiba. Hatırladım diyelim ya da.

Kilit kelime ; şefkat! Affet kendini. Kızma. Nereden bilebilirdin? Baya kendi kendime sarıldığım günler geçirdim :) Hala da kendi kendime konuşup dertleşiyorum arada. Sonuçta beni benden daha iyi tanıyan hiç kimse yok. Ölene kadar yanımda olacak tek kişi yine kendim. E o zaman barışalım, anlaşalım, güzel güzel yürüyelim?

Baya deli deli konuşuyorum di mi :)

Şu yazıklarımı yer yüzünde (ya da yakın çevremde) anlayan insan sayısı öyle az ki.
Ve buna rağmen, bu yoldan şaşmamak, aynen ilerlemeye devam etmek, doğru bildiğini okumak öyle cesaret isteyen bir şey ki..

Etrafındaki hiç kimsenin anlayamayacağı bir şeyi yaşadığında, bu yola ister istemez giriyorsun.
Şimdi sıfırdan otursam, bu adamla yaşananları anlatsam, kulağa bambaşka gelir anlatacaklarım. Bu yüzden onu da bıraktım. Kimsenin onayına ihtiyacım olmadan yürüdüm. Süperdi.

Hatta, bir İtalyan bir de Kanada’lı kadınla yazıştım bir süre. İngilizce kaynaklarda bu rahatsızlıktan canı yanan kadınların bir araya geldiği forumlar falan var. Onlar anladı beni mesela. Sadece yaşayan bilir. Onlar da kimseye anlatamamış, anlaşılmamışlar.

Belki de bu yüzden yazıyorum bunları. Kimse anlamasa da, eğer yaşadığın şeyin “gerçek” olduğundan eminsen, kulaklarını tıka, gerekirse odana kapan, gerekirse bağır çağır isyan et, ama kabullen bu durumu ve asla pes etme.

Bundan sonraki yaşantımda muhtemelen mental olarak daha yalnız, ama daha güvenli ve kendinden emin şekilde yürüyeceğim. Bile isteye kabulüm. Çok daha tatminkar oluyor her şey. Tüm yaz bunlara kafa yordum.

Öyle çok araştırdım, okudum, sorup soruşturdum ki.. Yakın çevrem ve arkadaşlarım “delirdin artık, bırak yoluna bak” benzeri bana göre gıybet level’da kalan yönlendirmelerde bulundurlar. Umurumda olamadı.

Bu işi çözmenin en güzel, en faydalı, en gerçek yolu bilinçlenmek. Okuyunca resmen textbook bir adamla karşılaştım. İnanılır gibi değil, resmen A’dan Z’ye yazılmış. Herşey mi tutar? Hiç mi şüphe kalmaz içinde..

Ne zaman ki netleşti, bendeki kopuş o zaman oldu.

Çok da kısa sürede oldu, şükür. 2 ayda maksimum. Arından resolution geldi. Kendine dönüş. Sonraki mücadelem hep kendim için, daha iyi bir insana dönüşmek içindi. Kendimleydi.

Ve o.. Bunların hiç birini, yüzde birini bile asla yapamaz. Gücü yok. Çok üzücü ama gerçek bu. Bunu da kabullenmek gerek.

Belki işim gereği, belki kişiliğimden bilemiyorum ama, kendini görmeyen, kendini geliştirmek istemeyen insanlara tahammülüm çok az. Bununla barışmaya çalışıyorum ben de şu sıralar. Herkes bu kadar cesur ya da derin olmayı tercih etmek zorunda değil.

Yani sonuç olarak, müthiş güçlüyüm. Bu bir günde olacak şey değil. Hep varmış, şimdi çıktı yüzeye.
Bedenimi dinliyorum. Sezgilerimi dinliyorum. Bana aykırı olduğunu hissettiğim hiçbir şeye girmiyorum. Bir proje teklifi. Bir arkadaşlık. Bir sevgili. Yok yani olmuyor. İstesem de olmuyor artık. Baya elimin tersiyle ittiğim bir iş teklifi oldu mesela.. Yerimde başkası olsa uçarak atlardı. Parası da güzel, ihtiyacım da var. Ama yok, hayır dedim.

Müthiş bir kadına dönüştüm.

Her gün dengeyi bulmak için çabalıyorum hala. Sert, kabuklu bir şeye dönüşmeyeyim diye. Potansiyel var çünkü, böyle derin acı yaşayınca.. Beynimde hep bir muhakeme. Bol düşünceli günler. Çünkü kendinle uğraşmak bunu gerektirir.. Ayakları yere basan, gerçek bir özgüven geliştirmeye gayret ediyorum. Kendimde yapay ya da insanları idare eden bir tutum sezdiğim anda kendimi frenliyorum artık. Gerçek olsun da ne olursa olsun istiyorum. Ve ben iyiyim diye yanımda olan insanları kaybetmekten hiç korkmuyorum. Çok yalnız günlerim oldu. Ölmedim. Demek ki çok da korkunç bir şey değilmiş? 

Yani kabuk bağlamak yerine, içi dolu ve gerçek bir şeyler yaratmaya gayret ediyorum. Her gün. Her saniye.

Dışarıdan baksan, sosyal medya falan, sarışın bir kız görürsün, geziyor tozuyor eğleniyor, etrafında bir sürü insan.. Görünen o yani. Ama için çok başka.. Çok keyif alıyorum böyle olmasından :)

Krizi fırsata çevirmek tabir ettiğimiz :)

6 ay güncellemesi böyle işte.. Yine yazasım gelirse paylaşırım ama.. Tek söyleyebileceğim, eğer bu tür bir insana denk geldiğinizi düşünüyorsanız, içinizde en ufak bir şüphe varsa, sezgilerinize güvenin. Uzaklaşın. Ve bir düşünün “neden bu adamı seçtim, neden kaldım?” diye. Sonuç mikemmel..

Bu arada, öyle aştım, bitti, nirvanaya vardım gibi algılanmasın sakın.. Süreç halen devam ediyor. Sadece daha hafif devam ediyor. Bu öyle kolay kolay atlatılabilecek bir durum değil kanımca. Çünkü kendinle ilgili bir çok şeyle yüzleşmek zorunda kalıyorsun. Sadece şekli değişiyor. Adamdan bağımsız, sadece kendinle ilgili bir süreci başlatıyorsun.. Ya da kaçabilirsin de, tercih tabi.. 


Zaman bir çok şeye ilaç olabilir, ama bence hiçbir şeyi kökten iyileştirmiyor. Sen iyileştirebiliyorsun sadece. Korkma, uğraş.


Tak kulaklığını, giy spor ayakkabılarını, in sahile.. Yürü!!!










6. Ay Güncellemesi - Görünen Köy

Aylar sonra yeniden selam,

Bilerek uzak durdum. Ne düşünmek ne de yazmak istedim.

Kendime mental sınırlar koymam gerekliydi, bu yüzden bu blog dahil bir çok şeyden uzak bir dönem geçirmek istedim.

Blog’a giriş yapınca, okunma istatistikleri beni çok etkiledi.. Haftada ortalama 150 farklı kişi (ve çok daha fazla sayfa okunma sayısı) ile karşılaştım. Motive oldum biraz. Birilerine fikir verme, destek olma fikri güzel. Bir kaza yaşıyorsun, en azından başka insanlara da bir faydası olsun :)

Bir de 3-4 kişi yorum yazmış. Öyle motive oldum ki okuyunca. Demek ki birileri araştırıyor benim gibi, bir çözüm yolu arıyor.. Bir faydam olacaksa ne mutlu bana.. 


Bugün itibariyle 6 aydır yok hayatımda.

Dışarıdan bakıldığında gayet eğlenceli görünen, ruhsal anlamda ise belki hayatımın en yoğun gelişimini kat ettiğim dönemdi.

Biraz işin somut boyutunu anlatayım.. Yani ne oldu ne bitti, neler değişti vs. Görünen kısım.
Öncelikle eşyalardan başlayayım. En son, onun evinde birkaç parça eşyam kalmıştı (ben daha az var sanıyordum, eşyalarım eve geldiğinde daha epey fazla şeyim olduğunu fark ettim)

Annemin eşi onu arayıp eşyalarımı isteyecekti. 3 gün üst üste aradı, açmadı. Kimin aradığını bilerek üstelik (bundan yüzde yüz eminim)

Sonra SMS atmaya karar verdi. Durumu özetleyen bir SMS attı. Saniyesinde cevap geldi :)
“Tabi … bey, ne zaman uygun görürseniz eşyaları ben size ulaştırırım. İyi haftasonları dileklerimle, saygılarımla” gibi bir cevap. Yerlere yattık gülmekten. Sanırsın adam dünyanın en zarif, en görgülü insanı. Güldük yani, elimizde değil..

Sonuç olarak günlerden bir gün, eşyalarım şöförü tarafından evime ulaştırıldı.
Ben evde değildim, işim vardı. İyi ki de değildim. Muhatap olmak istemezdim.

Eşyalarımı, giysilerimi, büyük bir özenle katlamış, valize yerleştirmiş. Kremler vs ayrı bir yerde. Epey özen var. Zaten düzenli adamdı. Sadece, evin içinde tek başına benim eşyalarımı ayıklayıp yerleştirirken onu hayal etmek biraz üzücüydü benim açımdan. Kendi o anda ne hissediyordu bilemiyorum.

Akşam eve geldim. İstif istif giysi kapının önünde. Görüntüde bir sorun yok, ama kokuda var. Buram buram onun evi kokuyor, sinmiş hepsine.

Bir başladım ağlamaya, nasıl ama, durmuyorum. İyi geldi çok.

Bütün giysileri olduğu gibi makineye attım. Yıkanmayacakları da havalanması için balkona. Sırf onun evinin kokusu gitsin diye.

Neyse o mevzu da bu şekilde kapandı çok şükür. Ailemi araya sokmuş olmak çok doğru bir karardı bence. Geri dönüş cesaretini kırdığını tahmin ediyorum. İşin ciddiyetini anlamıştır. Sıfır fire. Sıfır açık kapı. Tam istediğim gibi.

Bir süre daha bir iki mail attı. Sonra kesildi.

Ben de tamamen kendime odaklanma sürecimi başlatmış oldum böylece.

Adam vampir çünkü, sendeki tüm kanı emiyor istesen de istemesen de.. Bunu bir an evvel toparlamam gerekliydi, ve tahminimden çok daha kısa sürede yaptım sanıyorum..

Uzun ve eğlenceli bir yaz geçirdim. Mesleğim gereği yazları daha esnek olabiliyorum. Her sene olduğundan daha erken gittim Bodrum’a. İş için İstanbul’a dönmeleri saymazsak toplam 2-2.5 aya yakın orada kaldım. Çok da iyi ettim.

Uzaktan yürütebileceğim bir proje geldi. Hesap yaptım, yaz tatilimi finanse edebilecek kadar parayı kazanınca da basıp gittim. Ne sonrası umurumda oldu ne başka bir şey. Önce kendimi yükseltmem gerekli ki, işime ve çevreme iyice faydam olsun diye düşündüm. İyi ki de böyle yapmışım..
Bol arkadaş. Bol çocuk. Bir sürü yeni açılan güzel mekan. Bol dans, bol eğlence. Her hafta pazara gidip kütür kütür sebzeler aldık. Süper sağlıklı beslendim.

Paddleboard diye bişi öğrendim mesela, yeni deneyimler.

Yaz öncesinde de bol bol motor bindim. Hep en sevdiğim şeyleri yaptım. Klasik şeyler işte bunlar, klasik kadın hamleleri. Gittim cilt bakım kremleri aldım. Yeni giysiler. Bunlar işin gıybet kısmı. Görünen kısmı. Fasa fiso aslında, ama işe yarıyor.. 

Bir de süper zayıfladım, ne giysem farklı duruyor üzerime. Kendimi gerçekten çok iyi hissettiğim bir dönem. Mutluydum çok. Gelenim gidenim de çok oldu. Gerçekten en çok ihtiyaç duyduğum şey buydu..

Araya bir yaz flörtü bile girdi valla :) Güzeldi yani özetle..

Birkaç haftadır da İstanbul’dayım. İş güç. Kürkçü dükkanı, yapacak bişi yok. İstanbul’a dönmeyi hiç istemedim. Yaşanan her şeyden uzaklaşmak çok güzeldi.

Bu 6 ay içerisinde 2 defa karşılaştık. Biri Bodrum’da, biri de geçen gün İstanbul’da.

Hayır anlamıyorum, koca memlekette neden yani? Onun gittiği yerler belli, ben bulaşmıyorum oralara hiç.. Ben uzaklaşmayı seçtikçe, karşıma çıkması epey enteresan..

Anlatayım.

Bodrum’dayım. Bayram. Eylül. Bodrum yine doldu bayram tatilcileriyle.

Bu da gelmiş. Diyorum ya, sanki memlekette başka tatil yeri kalmadı. Hayır biliyorum da adamın pattern’ini, öyle benim gibi Bodrum delisi bir tip değil. Değildi yani, konuşuyorduk.. Neyse koca tatil beldesini sahiplenecek değilim. Ama ilginç detaylar var..

Bir gece Gündoğan’da çok sevdiğim bir bara gittik. Müzik erken bitti, hızımızı alamadık. Türkbükü’ne geçtik (hiç de sevmem orayı aslında). Girdik bir yere bir kadeh bişi içtik. Müthiş eğleniyoruz, keyfimiz yerinde. Serdar Ortaç’ın sesi geliyor yandan bangır bangır. Gidelim, geyik olsun, bi kadeh de orada bişi içer çıkarız dedik. Program bitmek üzereymiş, son şarkıymış. Tam çıkarken B ile karşılaştık. Onun arkadaşı. Yanımda onunla bir dönem flört etmiş bir kız arkadaşım da var. Bunu görünce gitti merhaba dedi, biz de grubun geri kalanı yürüdük gittik. Ben yönlendirdim açıkçası, istemedim hiç muhatap olmak falan. Kızdım da arkadaşıma çok, ne münasebet yani? Elin geri zekalı herifine neden merhaba diyeyim? Loser loser takılıyorlar, beni, bizi zerre kadar hak etmiyorlar. Bir de refleksti biraz bendeki, öyle bitirmişim ki, gördüğüm an tepkim kafamı çevirmek oldu. Ne acayip..

Neyse, o gece öğrendim ki o da Bodrum’daymış. İyi dedim hoş gelmiş, ne yapayım yani? Gittiğim yerler belli, keyif aldığım yerler belli. Konuşuyorduk da önceden, çok onun gittiği yerler değildi benim mekanlarım. Anlatırdım, o bilmezdi. ‘Duydum’ derdi. Karşılaşmayız diye düşündüm. Geçtiğimiz sene Türkbükü’nde falan takılıyordu bu sürekli.. Aman neyse karşılaşırsak da karşılaşırız banane dedim, aynen devam.

Ertesi akşam. Yine grupçayız. Limon önce. Ardından Yalıkavak Palmarina’da bu sezon açılan bir bar. Sezon başından beri gidiyorum. Süper çalıyor, tanıdıklarımız da var. Sık sık gidiyoruz yani. Gittik yine oraya.

Bir iki saat geçti sanırım, tuvalete gittim bir arkadaşımla. Dönüşte bunu gördüm. Lise grubuyla takılıyor. Saat 1 buçuk falan. Onun için geç bir saat, o saatte alkolden çoktan uçuşa geçmiştir. Gördü beni.

Yanında da bir kız var ama, kız dediğim koca kadın ve (Allah affetsin) öyle kötü bir kadın ki.. Biraz yakın mı dans ediyorlardı, öpüşüyorlar mıydı tam kestiremedim. Ama oturtamıyorum da kafamda, hani hiç onun çizgisinde değil. Erkek gibi simsiyah saçları vardı. Tanımıyorum, ilk kez gördüm. Kimdir bilmiyorum. Ama çok kötüydü yani, bu yüzden çok da ihtimal vermedim bir şey yaşayabileceğine öyle biri ile. Ya ben bu adamı fazla upscale konumlandırmışım kafamda sanırım. Adam aspiratör gibi, kapatınca rahatlıyorsun resmen. Hayatından çıktıktan sonra, aynaya bir bakıyorsun, sonra bir de ona bakıyorsun ve diyorsun ki ‘Ne düşünüyordum, neyin  kafasındaydım Allah aşkına?’ Sıfır heyecanlanma. Sıfır duygusallık. Sadece tiksinme. Öyle kötü görünüyordu ki.. Bir de kilo mu almış n’olmuş, iyice bir kötü göründü gözüme. Sadece kötü şeyler hissediyorsun görünce. En azından bende böyle oldu. ‘Bu muydu ya, bu adam mıydı’ diyorsun. Onu gördüğümde hissettiğim tek şey buydu. Kendime yediremedim yani. Egom bir güzel oynadı benimle. Ego sever bunu, yapar arada. İyidir de aslında, korur misler gibi. Neyse.

Tatilim devam etti. Farklı bir grup daha geldi Kaş’tan. Onlarla da gezdik tozduk.. Bir süre sonra İstanbul’a dönüş.

İş güç devam. Bol projeli, yoğun bir dönem başlıyor birkaç haftaya. Biraz onlara odaklanmış durumdayım açıkçası.

Dün yine karşılaştık. Kes kel alaka bir yerde. Cirque du Soleil. Yani o ne anlar böyle şovlardan, ne işi olur? Gitsin içsin sıçsın, başka şey bilmez ki bu. Gidesi tutmuş, ya da muhtemelen grup gitmek istemiş, bu da gitmiş.

Yanında yine o kadın.

Bir de ben bakar körüm, bir yere girince bakmam öyle etrafıma çok. Biliyorum kendimi. Dikkat etmem kim gelmiş kim var.

Oturduğumuz yerde (biz de 8 kişiydik) bir başkasıyla konuşurken salonun ortasına doğru dönerek konuşuyordum. Birden gördüm bunu. Ama kendimi öne doğru çıkarmış, kendini göstermek için bir çaba içindeymiş gibiydi. Adamın ciğerini biliyorum, eminim, o beni önceden görmüş, bilerek yaptı.
Fark etmem de mucize koca salonda. Enerji işte.

Yine sanırım yanında o erkek saçlı kadın vardı. Herhalde görüşüyorlar ne diyeyim. Uzaktan gördüğüm kadarıyla gerçekten bayaa çirkin, hiç onun sınıfı değil.

Şimdi olayı söylüyorum (onun açısından).
Yalnız kalmamak için görüşüyor onunla. Bu süre zarfında da yine pırıltılı, ona kendini daha ‘değerli’ hissettirecek birini aramaya devam ediyor. Bu kadın onu kesinlikle tatmin etmiyor. Bak normal insanlar gibi konuşmuyorum, onun dilinden konuşuyorum. Belki mükemmel biridir, bilemem. Yerinde dünyanın en güzel, en nitelikli kadını da olabilirdi, hiç fark etmez.. Umursamıyorum.  Nasıl olsa yürümeyeceğini bal gibi biliyorum. Mesele bu değil. Mesele o kadının nasıl biri olduğu değil. Mesele, onu kendi gerçekliğinde değerlendirmek. Onun beyni böyle çalışıyor çünkü.

Şu an içten içe şunu düşünüyor ‘Bak, benim hayatımda yine biri var. Bak sorun bende değildi, gördün mü? Gayet de mutluyum’ falan filan bullshit. Yersen. Yemiyorum. Adamın ciğerini biliyorum. Beynindeki her yere ulaştım ben. Bütünleştim. Hissettim onu. Şu an sadece aldığı yaranın acısını hafifletmek için kendine kurduğu bu illüzyona sığındığını biliyorum. Ve geceleri evde yalnızken, ya da sabah uyandığında, bu kurduğu yalan balonuna kendinin de inanmadığını, kendinden ne kadar derin ölçüde nefret ettiğini, hızlı hızlı duşunu alıp giyinip, o evden çıkıp, oyununu oynamaya devam edeceğini ben biliyorum.

Günü kurtara kurtara, 45 senelik bir ömür yaşamış. Üzülmez misin? Mutlu değil asla. Mutlu olması imkansız. Hep böyle yaşayacak. Ve böyle ölecek. Üzülmez misin?

Yalnızca mutlu "anlar" yaşayabiliyor. Asla "gerçekten mutlu" olamıyor. Alkolle ve etrafında o dönem bulunan insanlarla beraber anlık tatminler yaşıyor. Ardından yine kocaman bir boşluk. Bir cümlede ifade etmek kolay, ama "hissedince" içinde olduğu boşluğu, diyorum ki "iyi ki intihar falan etmemiş". Kapkara bir delik gibi. Asla dolmuyor. Dolamaz. Düşünsenize..

Böyle düşündüğümde, öfkem bir nebze azalıyor. Sonra yine geri geliyor :)

Eminim bana çok kızgındır. Bir anda kayboluverdim adamın hayatından. Hiçbir açıklama yapmadan. Söylemeden. Baya sinsice oldu. Hiç yaptığım bir şey değildi, ben de ilk kez yapıyorum. Ve çok da içime sinmiyor (kendi karmam açısından) çünkü orada bir blokaj yarattım. Sindirerek, konuşarak, anlaşarak yapmadım bunu. Baya bir anda vanish! Kendime yakıştıramıyorum hiç. Ama malesef başka yolu yoktu. 

Bunu konuşarak asla yapamazdım. Yine yakınında tutmak için türlü numaralar çekecekti. Ya da, ilişki devam ederken beni cezalandırmak için başka yollara girecek (başka kadınlar, değersizleştirme ve bilimum manipülasyonlar) ve bu da beni fazlasıyla yıpratacaktı.

Kendim için, bunu yapmak zorundaydım. Asla olmazdı. Her seferinde yaptığı gibi, kalmam için bir havuç daha bırakacaktı önüme. Bu şekilde olmak zorundaydı. Onda açtığım yaranın farkındayım, ama ben bunu onun için yapmadım. Kendim için yaptım. O bunu asla anlamayacak. Her şeyi kendi açısından değerlendirmeye öyle müsait bir yapısı var ki, bunu kendi hayatımı yoluna koymak ve o gri buluttan bir an evvel uzaklaşmak için yaptığımı asla bilmeyecek.

Bu tür kimselerin en büyük özelliklerinden biri de, her şeyi, ama her şeyi kendi üzerlerine alınmaları. Bir yere bir şey yaz, bir bakış at, bir şey giydiğini görsün vs hiç fark etmez. Dünyanın baya baya kendi etrafında döndüğünü sanıyor ve sen hayatına misler gibi devam ediyor olsan bile, seni malı gibi görmeye devam ediyor. Çok duydum onun ağzından çünkü “benle birlikte olduktan sonra bir daha mutlu olman çok zor” gibi lafları. Abi, bişi dicem, adam ciddi ciddi hasta.. İçindeyken anlamıyorsun ama, şimdi düşünüyorum da, off yani..

Hadi ben bunu ilk kez bu adamla yaşıyorum, ondaki birikimi, ondaki hikayeleri düşünsene? Kaç kadın? Kaç benzer hikaye? Beyin nasıl doludur? Eski eşi? Açılan yaralar?

Bu şekilde düşünmek zorunda, aksi takdirde ölür. Ruhu ölür. Yaşamaya deva m edecek gücü ve enerjiyi bulabilmek için bu minik oyunlara kendini inandırmak zorunda. Böyle de yitik bir yaşam işte. Buna da yaşamak denirse..

Özetle ; 6 ay içerisinde yaşadıklarım, onunla hiçbir zaman olmadığı kadar pembe, neşeli, eğlenceli, umut dolu, gerçek, tatminkar ve güzeldi.. Biraz da derine inelim bakalım.. İçimde neler yaşadım, neler değişti..