Aylar sonra
tekrar selam..
Çok uzun zamandır
ilgilenmiyordum burayla. Dün ve bugün email’lerin tümünü okuma imkanım oldu.
Tam 32 email
cevaplandırdım.
Sizlerden gelen birkaç
cümle şöyle ;
“..Ona bağlandım. Her şeyi
yapıyor ağlıyor özür diliyor ve affetmekten kendimi alıkoyamıyorum. Bu sefer düzeldiğini
söylüyor. Ama asla düzelmeyeceğini de biliyorum. Ayrılmam gerek ama
beceremiyorum.”
“Size çok teşekkür ederim.
Yaşadığım şey acı olmaktan çıkıp içimi biraz rahatlattı açıkçası”
“Duygusal ani şoku
atlattıktan sonra ben ne yaşadım sorusunun cevabını ararken yazınıza denk
geldim. Yalnız olmadığımı bilmek rahatlattı beni,”
“İnternette yaşadığım 3
yıllık süreci sorgularken yazına rastladım. Birisine mail adresini vermişsin.
Gerçekten beni aşağılamadan anlayan birisine çok ihtiyacım var. Bu 3 yildir “seni
anliyorum” cumlesi duymadim hic.”
“Sosyal birisi olarak tek
basima kimsesiz kaliverdim odamda kimsesiz. Gerceklik algim kayboldu. Kontrolum
gitti.”
“2016 da yazmissin yazini.
Simdi gecti mi? Nasil basa cikabiliyorsun? Bunlr gercek mi? Aslinda seni hep
seviyorum derken su an kendini bilincli geri cekmesi manupule edilmemden mi
kaynakli?”
İşte tam da bu
yüzden yazmak istedim her şeyi. Yazdığınız her email bana daha da güç verdi –
üzerinden neredeyse bir sene geçmiş olsa bile. Süper sağlama yapıyor.
O kadar çok
hikaye var ki, ve hepsi o kadar benzer ki, aklım çıktı.
Bambaşka
şehirlerden, hatta ülkelerden email’ler aldım. Hepsine tek tek yanıt vermek
istedim.
Okuduğum her
hikayede yaşadıklarımı tekrar yaşadım. Tuhaf geldi, çünkü uzun zamandır bu
hikayeden uzak bir hayat sürüyorum. Evet etkileniyorum, çok üzülüyorum her
okudum email’de. Ama destek de olabilmek
istiyorum elimden geldiğince. Bugünlerde bunu yapabildim.
Çünkü geçen gece
rüyamda gördüm bu blogu 😊 Rüyalarım bir acayip oldu zaten..
Beni merak
edenler de olmuş. Çok şekersiniz gerçekten. Bomba gibiyim, zımba gibiyim.
Kış biraz
depresif geçmiş olabilir, malum patlamalar vs memleket olarak zor bir kış
geçirdik zaten. Ama havaların da düzelmesiyle kendimi yine harika hissediyorum.
Bütün kış
çalıştım. Hala aşırı yoğun bir tempoda çalışmaktayım. Harika projelerde yer
alma imkanım oldu. Güzel kazandım. Yazın hiç projem yok, yine uzun bir
tatil yapmak istiyorum. Tek temennim bir an evvel yazın gelmesi.
Çalışmak, daha
doğrusu çalışıyor olma hali çok iyi geliyor bana. Bir kere sürekli bakımlı ve
şıksın. Sosyalsin. Sürekli birileriyle tanışıyorsun. Farklı yerlerdesin. Yani
en azından benim işim böyle. Bunlar insanı ayakta tutan şeyler. Bir de yaptığın
şeyi seviyorsan, mis.
Düşünüyorum da,
onunla beraberken bile hiç bırakmadım işimi gücümü, afffferin bana! Minicik
halimle ne savaşmışım, nasıl pes etmemişim, iki kuruş kazanacağım diye neler
yapmışım. Şimdi düşününce gerçekten takdir ediyorum kendimi. Şu hayatta aç
kalmam ben 😊
Bu arada gezmeler
tozmalar devam. Her fırsatı değerlendirip hayatın tadını çıkarmaya çalışıyorum.
Meditasyonlarım
iyice derinleşti. Artık algılarımın açıklığından, hislerimin yoğunluğundan
çıldırmak üzereyim. Önce tuhaf geliyordu, şimdi alışıp keyfini çıkarmaya
başladım. Yaşasın meditasyon ve beni bu işlere bulaştıran insan.. (bu sene 3. Senem.
Sanırım lazer epilasyondan sonra kendim için yaptığım en iyi şey diyebilirim 😊)
Bu sene yine bir eğitime
katıldım. Bu seferki modülde “kendimizi korumayı” öğrendik mesela. (Keşke daha
önce öğrenseymişim)
Eğitimin son
seansında yerde duran sayısız cam kırığı parçası üzerinde çıplak ayakla
yürüdüm. Yaptım bunu!
Düşünsene canını
yakacağını bildiğin bir şey orada önünde duruyor ve sen kendinle öyle bir
bütünlük halindesin ki, öyle kendine odaklısın ki, hiçbir yerin kesilmeden 7-8
adım atarak onun üzerinde yürüyorsun.. İnanılmaz bir kafa, pırıl pırıl
çıkıyorsun. Sonrasında var ya, (yine büyük konuşmayayım ama) “kim üzebilir ya
beni bundan sonra? Kim zarar verebilir?” diyorsun. Dünya umurumda bile değil.
Canım ne isterse onu yapıyorum. Umarım başıma gelecek ilerleyen kazalarda bu
bütünlüğü korumayı başarabilirim.
Bu eğitimleri
bana veren kişi (aynı zamanda arkadaşım da oldu artık, zor dönemimde mesela bana çok
desteği olmuştur), bana dedi ki “en çok neleri yargılıyorsun hayatta sen?”.
Yazdım. Uzun uzun yazdım.
Sonra “birini
seç, bir ay içerisinde yapmanı istiyorum” dedi. İtiraz ettim, bağırdım falan
klasik. Yok dedim hayatta yapmam, değerlerime ters. Dedi ki “tam da bu yüzden
yapmanı istiyorum”.
Yaptım.
Harika
hissettirdi! 😊 Çok güzeldi.
Bir kişisel
gelişim egzersizi olarak herkese şiddetle tavsiye ediyorum. Süper eğitici bir
şey.. Yaşamadığın şeyi yargılamamayı öğretiyor sana. Fena halde hem de!
Yargılar,
yargılarımız.. Sert duvarlarım vardı bazı konularda. Mesela evli insanlarla
ilişki yaşayan kadınlarla ilgili. Ve çok açık konuşmak gerekirse kısmen bunun
karmasını yaşadığıma inanıyorum.
Hayatımın farklı
zamanlarında, farklı iki arkadaşım evli insanlarla beraber oldular. İlginç
şekilde gözümün önünde kurumaları, sönmeleri, verdikleri tepkiler vs birbirine
çok benziyordu. İşin ucu bana zarar vermeye başladığında da (öteki kadınla olan
rekabetin getirdiği hırçınlık sonucu karşındakini yaralayıcı yorumlar gibi
mesela) yolumu ayırmak zorunda kalmıştım.
Belki aynı şeyi
yaşamadım, evli biriyle birlikte olmadım. Ama ben de, yaşayandan başka hiç
kimsenin anlayamayacağı bir şey yaşadım ve ben de anlaşılmadım mesela. Bu konu
çok benzerdi.
Karma her zaman
başımıza gelen kötü şeylerde karşı tarafa atacağımız bir felsefe değil. Yani
örneğin, A bana bunu yaptı, ilahi adalet ona tutar demek değil. Kendini de
sorgulaman gerek. (yerse)
“Ben ne yapmış
olabilirim acaba birine de bunu yaşıyorum şu anda” gibi. Böyle düşündüğümde (ki
gerçekten bu konuda kendine çok dürüst olabilmen gerek) çok üzüldüm. Keşke
onları yalnız bırakmasaydım dedim.
Sonra çeşitli
meditasyonlarla o eski arkadaşlarımdan af diledim, azad ettim. Hem onları hem
de kendimi.
Gerçi ben hala
çok haksız yere yalnız bırakıldığıma inanıyorum. Kendimden başka kimseye bir
zararım yoktu ya, gerçekten yoktu. Hiç hak etmemiştim.
Mesela 3 aydır
bir ilaç şirketine bir iş yapıyorum. Nadir bir hastalığın hasta yakınları
üzerindeki etkilerini araştırıyorum.
Hastalık çok
nadir olduğu için, bütün ebeveynler anlaşılmamaktan şikayet ediyor. Görüşmeyi
kesen akrabalar mı istersin, çocuğunu oynatmayan komşu mu istersin.. ne
hikayeler.. onlar “bizi bizden başka kimse anlamıyor” dediğinde mesela, elimde
değil, direk aklıma geliyor yaşadıklarım. Bu da benzer bir durum.. Bu hastalık
için bir dernek var mesela, insanlar kendileri gibi olanlarla bir araya
gelebiliyorlar, ve bu sayede üstesinden gelebiliyorlar yaşadıkları zorlukların.
Destek ne kadar önemli di mi bu durumlarda..
Bunları düşüne
düşüne, bazen şişe şişe, hep sabrederek, hep susarak, en iyisini dileyerek, sık
sık meditasyon yaparak, bol bol hayır işi yaparak (çok yaptım bu sürede, kendi
kendime gizlice, çok iyi geldi yardım etme duygusu) iyileştiriyorsun kendini.
Böyle böyle işler
işte. Psikolojiyle bu meditatif işler harmanladığında, tadından yenmiyor.
Seviyorum.
Çok değişiyorsun.
Asla aynı insan olmuyorsun, aynı kalman mümkün değil. Mesela şimdilerde çok
daha zengin ve keyifli yaşayıp çok daha az paylaşıyorum. Hem hislerimi daha az
(ama öz) insanla paylaşıyorum, hem de sosyal medya vs eskisi kadar çok sarmıyor
mesela. Gerçekte yaşadıklarım çok daha keyifli ve eğlenceli görünenden.
Bir de bu
anlattığım spiritüel çalışmalarla ilgilenmeyenler için saçma gelecek biliyorum
ama, gerçekten inanılmaz derin değişiklikler içindeyim. Örneğin bir gece
rüyamda Gümüşlük’ü gördüm. Resmen çağırdı beni. Gümüşlük’te tek başıma
oturuyorum ve birden karşıma kocaman bir tsunami geliyor. Dev ama, koskocaman
bir dalga.
Araştırdım. Jung “çok
derin ve köklü değişikliklerin ıspatı” diyor. Neden olur tsunami? Yer altında
bir şeyler hareket edince. Çok etkilendim. Çünkü bu Jung, boru değil.
Sonra kendimi Bodrum’da buldum. Mabet diyorum zaten oraya, çok iyi geliyor. Bu tür
çalışmaları yapmak için de ideal. Kimleri kimleri gömdüm o sulara belli değil..
Email’lerinize ve
konumuza dönersek, söyleyecek birkaç lafım var.
Öncelikle,
herkese tek tek yazdığım gibi, ben konunun profesyonel uzmanı değilim. Ama,
sizi dinleyebilirim ve en önemlisi anlayabilirim. Bu durumu yaşamayan hiç
kimsenin anlamayacağını biliyorum. Size de “Biz de yaşadık böyle şeyler, bırak,
önüne bak, zamanla geçecek” benzeri yorumlar yapan yakınlarınız olacak. Onları
zihninizde susturabilir misiniz? Susturmalısınız. Bir şekilde sadece kendinize,
kendi yaşadıklarınıza odaklanacak gücü bulabilmenizi dilerim. Bundan çıkmanın
tek yolu “sadece kendinizi” dinlemek çünkü.
Bu blog, yazılan
mail’leri yanıtlamam vs hep bu yüzden. Ben ne yazık ki arkadaş kontenjanından
şanslı olamadım. Çok yalnız günlerim oldu. Çok ama. Ne yaşadığımı ben bilirim.
Bu yüzden, kendi göremediğim desteği hiç tanımadığım insanlara verebilmek
istiyorum. İnsan bu süreçte en çok buna ihtiyaç duyuyor, biliyorum.
Bana da
söylediler bunları. Dinlemedim. Çok zor oldu ama dedim ki “bir saniye bir
durun, ben bakacağım duruma”. Hoş karşılanmadı tabi, ama anlaşılmadığımda
yapabileceğim başka bir şey yoktu.
Böyle hani korku
filmleri olur ya, birileri gerçek katilin kim olduğunu fark etmiştir, bağırır
çağırır, herkesi uyarmak ister ama kimse ciddiye almaz bunu. Kendimi aynen o
karakter gibi hissediyordum.
Hatta kendime çok
üzüldüğüm anlardan biri de, can hıraş okuyarak araştırarak öğrendiğim
bilgileri, kendimde bulduklarımı arkadaşlarıma anlatmaya çalıştığım anlar. Hiçbir
tepki alamadığım gibi, sürekli bu konuda araştırma yaptığım için bile yargılandım.
Biri bir yorum yaptı, diğer ikisi de ona katıldı falan mesela. Bir Allah’ın
kulu da tanıyamamış beni, bir sakin kalıp “dur bir dakika, bu kız böyle
değildir, neden bahsediyor?” diye merak edip ciddiye almadı mesela. Zerre Fransızca
bilmeyen birine açıp Le Monde okumakmış benim yaptığım.
Bakın şöyle bir
hikaye var, biraz dini hikaye gibi ama çok anlamlı ;
Adamın birisi İmam-ı Azam'a gelmiş ve demiş ki:
“Benim oğlan çok bal yiyor. Başka da bir şey yemiyor. Buna da paramızın yetmesi
mümkün değil. Siz sevilen sayılan birisiniz. Ona söyleyin de bal yemesin.” …
İmam-ı Azam biraz düşünür ve: "Şimdi gidin. 40 gün sonra gelin" der
onlara. …… Aradan 40 gün geçer. Adam gelince İmam-ı Azam çocuğa dönüp sadece:
“Oğlum, bal yeme!” der. …. Çocuğun babası bu duruma sinirlenir ve şöyle der
kızarak: “Sadece 3 kelimelik bir cümle demek için mi bizi 40 gün beklettin?
Bunu o zaman da söyleyebilirdin!” …. İmam-ı Azam sakinliğini bozmaz. İbret
alınması gereken cevabı verir: “Ben de bal yemeyi çok severim. O günden beri 40
gün boyunca hiç bal yemedim. Demek ki bal yememe işi yapılabiliyormuş. Ben bunu
kendi nefsimde başardım. Demek ki çocuk da başarabilir diye düşünerek, ona bir
cümlelik bu nasihatı verme hakkını kendimde gördüm.”
Şimdi en yakın
arkadaşım dediğim kıza bile (bahsettiğim insanlardan biri değil) “bak ben sana en yakın arkadaşım diyorum ama, en
yakın arkadaş diye bir şey yok biliyorsun di mi? Yani hayat bu, sen de benden
ütopik beklentiler bekleme, ben de senden beklemeyeyim, böylesi daha gerçek ve
samimi” falan diyorum 😊 Kız kahkaha atıyor resmen, “ben yeni seni
çok sevdim” falan diyor.
(Bu bahsettiğim
kişileri tanıştıran, bir araya getiren de benim bu arada. Birkaç aylık
tanışıklık. Her biri ile olan bireysel geçmişimde yaşanan hikayeler, onları çok
iyi tanıyor olmam, yaptıkları güçsüz/güvensiz hamleleri bilmem, ama onların
birbirini bu kadar yakın tanımaması, bir de üzerine grup psikolojisi eklenince,
her birini bir ahlak bekçisi haline getirdi. Çok kısa zaman sonra, bana
söyledikleri tüm cümlelerin tam tersini yaptıkları örnekler geldi önüme. Allah
işte, getiriveriyor. Bazen bizzat şahit oldum, bazen üçüncü kişilerden duydum. Bir
çoğunu yüzlemedim. Gülümsedim ve devam ettim. Keşke bu tür durumlarda kadınlar
olarak gerçeklikten kopmasak, değil mi? Gerçek kalarak birbirimize destek
olabilsek. Sevgilisi olana kadar herkes güçlü kadın, şartlar değişince hopp
arazi. Bir aşık olmaya bakar. Hiç birini samimi bulmuyorum bu yüzden. Hayatımda
bir kerecik olsun birini bile yaptıklarından ötürü yargılamamıştım. Ta ki
kendim onlar tarafından yargılanana kadar. Çok büyük hatalar yapıldı bana, hiç
hak etmemiştim. Bundan sonrası mümkün değil, hiç biri ile görüşmüyorum, hiç
istemiyorum, hiç özlemiyorum. Arkadaşlık da sevgili olmak gibi biraz. Güven ve
sadakat istiyor. Su bulanınca, benim yaşadığım kadar derin acılar yaşayınca,
yapamıyorsun, devam edemiyorsun. Şimdi hayatımda gerçekten beni daha doğru
yönlendiren insanlar var. Sohbetimiz, muhabbetimiz, verdikleri tepkiler falan o
kadar farklı ki. Genelde de yaşça büyükler benden zaten, tesadüf olduğunu
düşünmüyorum. Yine ergenlik dönemimdeki gibi haddimden fazla olgunlaştım
sanırım. Bir de sürekli temkinliyim ve çok fazla anlam yüklemek istemiyorum bu
insanlara da. Sonradan üzülmemek için. Bak ne fena, nasıl bir travma var
burada.. Benim o kızlardan alabileceğim hiçbir dostluk yok artık maalesef.
Benim onlara yapabileceğim çok şey var aslında, ama onu yapmayı da ben
istemiyorum. Neyse, özetle bu konuda hala çok canım yanıyor, o taraftan da ağır
travma yaşadım ne yazık ki, bu da ayrı bir blog konusu 😊)
Tabi yanımda
olanlar da vardı. Hatta fazla samimiyetim olmamasına rağmen bana vakit ayıran,
dinleyen, destek olan bir sürü güzel insan da oldu. Bunca riyakarlığın arasında
onların bu tutumu, insan olarak hepsini gözümde daha da değerli hale getirdi. Yeri
geldi, fırsat olunca ben de onlara destek oldum hep. Ama işle ilgili, ama başka
bir şey.. O güzel insanlar şu an benim için bir çok şeyden daha değerli..
Hani dedim ya,
aşık olana kadar herkes güçlü kadın diye.. Şunu kastediyorum aslında;
Mesela sevgilisi
olmayan bir kadın, sıklıkla kız arkadaşlarıyla vakit geçirip güçlü kadın
triplerine giriyorsa, ama aşık olduğu zaman kimseyle görüşmeyip sevgilisi
odaklı bir hayat yaşıyor ve kendi işinden, arkadaşlarından uzaklaşıyorsa
(gözümle görüyorum, var böyle) benim o kadının söylediği hiçbir tavsiyeye
itibarım kalmıyor.
Tam tersi
şekilde, evliyken “çok mutluyum, kocişim” deyip deyip boşanır boşanmaz “eyy
güçlü kadınlar” triplerine girenleri de anlamıyorum.
(Hopp spiritüel
ego konuşuyor, biraz izin verelim konuşsun? Belirli dozda faydalı olabilir)
Esas mesele, o durumun
tam içindeyken bunu yapabilmek. İlişkin devam ediyorken kendi hayatını
aksatmamak (ne işimi, ne arkadaşlarımı, ne derneklerimi aksatmamıştım. Şimdi
düşünüyorum da gerçekten helal bana..)
Bu yüzden, şu an
içinde bulunduğum şartlar altında atıp tutmak istemiyorum. Bizim meslekte RTB
diye bir kavram vardır. Reason To Believe. Bir şirketi analiz ettiğimizde
altına gerçek hikayeler koyarız, bak senin çalışanın bunu yaşamış, bunu
söylemiş, al sana ıspat gibi.
Ben de Reason To
Believe arıyorum. Misal, vakt-i zamanında çok aşık olduğum Londra’da yaşayan
bir adam vardı. Bu yaz zor bir zamanında beni aradı, destek istedi. Ama zamanında
çok üzmüştü. Dedim ki “neden sana destek olacağımı düşünüyorsun?” şaşıp kaldı.
Direk şutladım. Yani bu strateji ya da planlayarak yapılan bir şey de değil.
Bunu yapabildiğimi kimseciklere ıspatlamak ya da hava atmak gibi bir gayem de
yok. Oluveriyor sadece. Al sana reason to believe.
Keza aynı
şekilde, uzun süre eski erkek arkadaşımla görüştüm bu kış. Sonra bir öküzlük
yaptı, minicik bir şey. Neden ayrıldığımızı bana hatırlatan bir şey. Anında uzaklaştım.
2 ay sonra bir gece kıskançlık krizi geçirip saydı sövdü, neler neler söyledi
bana.. Neymiş çok eğleniyormuşum. Bak burada da mesela, içimde sıfır his, sıfır
şüphe.. Senelerce aşık olup geberdiğim adamdı kendisi. Direk uzaklaştım. Vücut
istemiyor, ruhum istemiyor, gidemiyor, kapılamıyor artık. Otomatik olarak
uzaklaşıyorsun.
Kişisel gelişim
dediğin şey çok tehlikeli bir bakıma. Her an kendini çok “farkında” hissetmeye
müsaitsin. Bu da bir zaman sonra kendi kibrini doğuruyor. “Biz de geçtik o
yollardan, senin daha çook yolun var” kafası. Bu da spiritüel ego. Çok
tehlikeli. Unutmamak lazım, bu işin sonu hiç yok. Geçen sene ben de kendimi “farkında”
olarak tanımlıyordum mesela. Şimdi bulunduğum noktayla alakası bile yok geçen
seneki halimin. Demek ki şu anda da yeterince uyanmış değilim bir çok şeye?
Demek ki hala öğreneceğim çok şey var? Böyle düşünmek lazım.
En fenası da
kendini yargılamak. Bana da diyorlardı “o kadar eğitim alıyorsun, şunları
yapıyorsun, nasıl bu adamdan kopamıyorsun” diye. Haydi onları siktir et de, ben
bunu kendime de çok yaptım. Kendimi yargıladım. Çok üzülüyorum o anki halime.
Bu kişisel
gelişim zımbırtısı öyle basamak basamak ilerlenen, lineer bir şey değil.
Örümcek ağı gibi daha çok, ya da mandala gibi, oya gibi. Bir boyuttan diğerine
geçiyorsun. Birinci seviye, ikinci seviye diye bir şey yok. Farkındalığın sonu
asla yok.
Bu yüzden
anlamakta çok zorlanıyorum “biz de yaşadık aynı şeyleri” deyip deyip beni
yalnız bırakan o arkadaşlarımı. Bunun iki açıklaması var ;
1)
Yaşadıkları
her ne ise, illa ki acıtmıştır ve bir şeyler katmıştır onlara. Ama asla benim
yaşadığım gibi bir şey değil.
2)
Evet
ne yaşadığımı biliyorlardı ama canları destek olmak istemedi.
Bunun başka
açıklaması yok, ben bulamıyorum. Yani anlamıyorum ki, şurada hiç tanımadığım
iki insana faydam dokunsun diye bir şeyler yapmaya çabalıyorum. Hakikaten bunları
yaşamış biri olsa daha sakin, daha bilge, daha şefkatli davranmaz mı? Ben neden
böyle davranılması gerektiğini düşünüyorum peki her şeye rağmen? Gerçekten
anlamıyorum bu tutumlarını. Yüzleyince de özür diliyorlar benden.
İstemiyorum artık
benden özür falan dilenmesini. Bu adama sevmeyi nasıl öğretemezsem, bu kızlara
da arkadaşlık prensiplerini öğretemem. Hazırı gelsin. Gerçekten istemiyorum,
vaktim yok, dermanım yok insan yetiştirmeye 😊
Ondan sonra “seni
özledim”. E özlersin tabi. Ben de olsam, ben de özlerim böyle lokum gibi kızı.
Çuvaldızın en kalınını kendine batırmayı başaran birini, yargısızca senin
yanında kalmış birini kim özlemez?
Sonra kendi
kendime konuşurken “ben kendim gibi bir dostum olsun istiyorum” dedim bir gün.
A-ha moment işte bu..
“Madem öyle,
kendi kendinin dostu ol. Senin ne yaşadığını senden daha iyi hiç kimse bilemez,
kimse seni senden daha iyi tanıyamaz. Bu kadar imtiyaz verme, kendinle dertleş,
kendi kendini onayla, kendi kendini sev.. kendini sev.. kendini sev..” tralla
la la budur! Buymuş yani.
Öyle süreçlerden
geçtim ki, geçenlerde benimle benzer iş yapan bir arkadaşıma “kendini sev”
isimli bir workshop tasarladık. Kendimi nasıl sevmediğimden yola çıkarak ilham
verdim ona. Modül modül yazdık. İnanılmaz eğlenceliydi. Nisan sonu
gerçekleşecek workshop’ı. Katılımcıların arasında otururken (tercihen en
arkada) kendi kendime minik kutlamalar yapmayı düşünüyorum o gün.
Kaç sabah uyanıp
aynaya bakıp “sen bana emanetsin bundan sonra kızım” dediğimi hatırlamıyorum
yazın. Her gün. Kendi kendimin çocuğuymuşum gibi büyüttüm beni.
Kışın 8 saniye
isimli bir film izledim. O filmin sonunda da ana karakter aynada kendi kendine
aynı şeyi söyledi. Görünce tüylerim diken diken oldu, kafa aynı kafa demek ki..
İnanamadım, bildiğin copy paste. Film de çok iyidir bu arada, şiddetle tavsiye.
Meryll Streep’in
bir yazısı çıktı yazın karşıma. Okur okumaz “yuhh” dedim içimden, “beni yazmış”.
Aşağıya yapıştırıyorum ;
Bazı şeyler için artık sabrım yok; ukala biri haline geldiğim için
değil, aksine hayatımda artık beni mutsuz eden ya da üzen şeyler ile vaktimi
daha fazla kaybetmek istemediğim bir noktaya ulaştığım için…
Laf sokmalara, haddinden fazla eleştirilere ve hangi türden olursa
olsun talep ve beklentilere artık sabrım yok.
Benden hoşlanmayan insanları memnun etmeye, beni sevmeyen
insanları sevmeye ve bana gülümsemeyen insanlara gülümsemeye yönelik arzumu
kaybettim.
Artık yalan söyleyen ve beni yönetmek isteyen insanlara bir tek
dakika bile harcamak istemiyorum.
Oyunların, ikiyüzlülüğün, sahtekarlıkların ve ucuz övgülerin
olduğu ortamlarda bulunmak istemiyorum.
Çok bilmişliğe ve akademik ukalalığa tahammülüm yok.
Aynı şekilde boş dedikodulara da bulaşmak istemiyorum.
Uyuşmazlıklardan ve karşılaştırmalardan nefret ediyorum.
Farklılıklardan, hatta zıtlıklardan oluşan bir dünyaya inanıyorum,
bu nedenle katı ve toleransı olmayan olan insanlardan kaçınıyorum.
Arkadaşlıkta sadakatsizlikten ve ihanetten hoşlanmıyorum.
Birisine nasıl iltifat edileceğini ya da cesaretlendirmek için ne
diyeceğini bilmeyen insanlarla bir arada olamıyorum.
Abartılar beni sıkıyor.
Ve her
şeyin de üzerinde, sabrımı hak etmeyen hiç kimseye sabrım yok.
Bu yazıyı
paylaştığım zaman, bir arkadaşımın annesi (60’ların başında) beni aradı ve dedi
ki “sen bana bir kahveye gel bakayım”. Gittim. Sordu “ne yaşadın sen?” anlattım.
İnanamadı. Çok benzer bir yargılama-onaylanma-kime ne veriyorum-o bana ne
veriyor süreçlerini 43 yaşındayken yaşamış. Bu yazıyı da Meryll Streep 40’lı
yaşlarında yazmış sanırım. Şaşırdı biraz kafamın geldiği noktaya.
Özetle, umursamayın
lütfen dış tepkileri. Sadece kendi hissettiklerinize, ve mümkünse bir uzmanın
görüşlerine kulak verin, başka hiç kimseyi dinlemeyin. Süreci kolaylaştırmak
yerine daha da zorlaştırmaktan başka bir işe yaramıyorlar maalesef. Her şeye
rağmen yanınızda oluyorlarsa şanslısınız. Olmuyorlarsa, bir şeyler zaten eksik
demektir, bırakın gitsinler.
Bu işten
sıyrılmak için gerçekten cesur olmak gerek. Çok sevdiğiniz birini, arkanızda
hiçbir açık kapı bırakmadan terk etmek dünyanın en zor şeyi. Fakat garanti
veriyorum, sonrasında müthiş güçlü ve karakterli bir kadına dönüşeceksiniz J
Öyle bir güç
verdi ki bu bana, işime bile olumlu yansıdı. Artık sesim daha gür çıkıyor. Bir
işe girerken bile çekinmiyorum, “hallederiz” diyorum mesela.
Çok sevdiğin
birini bırakıp gitmek, TEK BAŞINA yürümek kadar insanı eğitici bir şey daha
olamaz. Geçtiğimiz sene Eylül ayından beri bana bu gücü hatırlatan bir dövme
taşıyorum vücudumda. Yaz sonu Bodrum dönüşü yaptırmıştım. Her gördüğümde bana
gücümü hatırlatsın diye.
Birkaç minik
(naçizane) tavsiyem olabilir ;
1)
O
insandan uzaklaşın
(Dünyanın en zor şeyi biliyorum.. Ama tek çare bu)
2)
Zamanlama
konusunda kendinizi sınırlamayın. Ne zaman hazır hissederseniz o zaman. Ne çevrenizden gelen baskıları
duyun, ne de kendi kendinize böyle bir baskı yaratın. Herkesin zamanlaması
farklı. Ne zaman hazır hissederseniz, o zaman. Gelen email’lerde sıklıkla
şanslı olduğumu, bu durumu bir sene gibi bir sürede fark etmenin / ya da fark
etsen de gidebilmenin zor olduğunu yazmışsınız. Sanıyorum buna ben de inanmaya
başlıyorum artık, evet biraz şanslıyım. Hem erken fark ettiğim için (gittiğimiz
terapist sayesinde oldu) hem de kendim terk ettiğim için. Ama bu, ilişki
içindeyken yaşanan on-off dönemlerin olmadığı anlamına gelmiyor tabi. Resmen
ayrılmamış olsak bile, bence seksen kere ayrılıp barıştık biz ilişkinin
içindeyken. Tarif etmekte zorlanıyorum, yaşayan anlar ama ne demek istediğimi..Bir de lütfen benimle de kıyaslamayın kendinizi. "O ayrılabilmiş, ben neden ayrılamıyorum?" diye düşünmeniz beni gerçekten üzer. Ben de kıyas değilim bu konuda. Herkesin zamanlaması, kıyası kendiyle..
3)
Bu
iş yalnız bir iş. Çok dik
ve güçlü durmanız gerekecek. Yapabilir misiniz? Sadece ve sadece kendi
hissettiklerinize, kendi doğrularınıza güvenmek ve yalnız yürümek zorundasınız.
Çok zor olacak, ama sonrasında mükemmel bir insana dönüşeceksiniz, vallahi söz!
4)
Yargılanacaksınız. En yakınım bildiğiniz insanlar bile
“gurursuz davranıyorsun, cool değişin” benzeri şeyler söyleyecek. Yaşananları
asla anlamayacaklar. Bunları kaldırabilmeniz gerek. Kesinlikle duymayacaksınız.
5)
Çok
gel-git yaşayacaksınız.
Zaman zaman unutabilirsiniz yaşanan kötü şeyleri mesela. Bu zihninizin bir
oyunu, kanmayın 😊 Hemen hemen hemen okumalara,
araştırmalara devam. Ben şuna da inanmıyorum ; düşünme, eskiyi hatırlama vs
mevzusuna. Ne demek hatırlama? Elbette ki flashback’ler yaşayacaksın. Elbette
ki düşüneceksin neler yaşandı diye. O zaman gerçek zannettiğin bir şeyin
tamamen illüzyon olduğunu öğrenmişsin. O anki hissin bambaşkaydı, şimdi
bambaşka. Bu yüzden git arada bir geriye. Hatırla neler yaşandı. Erteleme,
bastırma. Düşün, o anı yeniden yaşa ve o anki hislerinle şu anki hislerinin
yerini değiştir. Ben böyle yaptım. Her anı yeniden yaşadım. Gerçekte olanla
yerini değiştirdim.
Mesela benim okuduğum hikayelerde (sizlerden gelenler de dahil) defalarca
kez ayrılıp-barışma da görüyorum sıklıkla. Bende hiç olmadı, ama yaşayan çok
var. Eğer böyle bir durumun içindeyseniz, lütfen kendinize nazik davranın ve
yargılamayın. Bu işe öyle herkesin pıt diye yapabileceği bir iş değil.
Biliyorum ne kadar zor olduğunu. Sekiz kereyse sekiz kere, dokuz kereyse dokuz.
Hiç fark etmez. Telaşsız kalın lütfen. Doğru zaman ne zamansa, o zaman harekete
geçin.
6)
Sizi
anlayacak en azından bir kişi olsun. Bu durum zaten, sıradan insanlar tarafından kolaylıkla anlaşılabilecek
değil. Gerçekten güvendiğiniz, tercihen bir kişi ile paylaşın durumu. Ağlayın.
Bağırın. Yan yana sessizce oturun. İçinizden ne geliyorsa onu yapın ama
yargılanmayacağınızı bildiğiniz, şefkatli bir kalp seçin. Şu an gerçekten bebek
gibi bakılmaya ihtiyacınız var, unutmayın.
7)
Profesyonel
yardım alın. Ben bunun
çok faydasını gördüm. Adam böyle olabilir, ama sen neden böylesin? Buna
odaklanın. Ertelemeyin, üstünü örtmeyin. (Bu biraz haddimi aşan bir öneri
olabilir. Herkes bu kadar cesur olmak zorunda değil. Ama hazır böyle bir şey
yaşanmış, neden üzerini kapatalım? Neden benzer pattern’i tekrar tekrar yaşayalım?
Değil mi? Zaten bu araştırmalara dalınca insan ister istemez giriyor, bulaşıyor
bunlara. Hep söylüyorum, ben taş çatlasın 2 ay onun için üzülmüşümdür. Ondan
sonrası tamamen benim kendi sürecimdi, derdim kendimleydi hep yani.
8)
Bol
bol araştırma yapın, okuyun, öğrenin, kafalarının nasıl çalıştığını bilin. Tüm kaynaklar bunu öneriyor & bizzat
kendim de sonuna kadar aynı fikirdeyim. Bu insanlar normal insanlar gibi
değiller. Kafaları bam başka çalışıyor ve eğer siz de benim gibi ilk defa
karşılaşıyorsanız, sizin de normunuz başka bir şeyse, okumadan & öğrenmeden
anlamanız mümkün değil. Ne zaman kendinizi biraz güçsüz, biraz guard’ınız
düşüyor gibi hissederseniz, açın makaleleri tekrar tekrar okuyun lütfen.
9)
Sevin. Uzun bir süre insan görmek istemedim.
İşim gereği gördüm tabi, ya da sosyalleşmek için vs. Zaten adam hayal
kırıklığının dibini yaşatmış, üstüne yakın arkadaşım dediğin insanların
yarattığı travma & yalnız bırakma da eklenince, gerçekten insan denilen
varlığa güvenim çok fazla sarsıldı. Yine de sevmekten vaz geçmedim. Çocukları
sevdim mesela. Sık sık çocuklarla vakit geçirdim. Ya da kedilerimi sevdim.
Denizi sevdim falan. Ama sevdim yani. Bütün yaz böyle geçmişti. Yaz sonu
itibariyle normale dönerek insan sevmeye devam ettim. Yeni insanlarla
tanıştığımda benim hakkımda yaptıkları yorumlar / aldığım geri bildirimler her
zamanki bana gelecek olan yorumlardı. Bunu görünce de sevindim. Bir tür “oley
be, değişmemişim o kadar da, bak hala böyle böyle deniyor hakkımda” kafası.
Umut veriyor.
10)
Flört
edin. Hemen değil, ne
zaman hazır hissederseniz o zaman. Ama gidin bir sevişin. Ciddiyim. Atın o ölü
toprağı üzerinizden. Harika hissettiriyor.
Şimdi
yazdıklarımı okudum da, ne kadar kolay ya böyle oturduğun yerden klavyeye vurup
vurup “bunu yap, şunu yapma” demek. Kendime sinir oldum o derece 😊
Yaşarken hiç
böyle hissetmiyordum. Ama okuduğum her makale bana yukarıdakileri harfiyen
öneriyordu.
Size asla ama
asla kolay olacağını söyleyemem. İçiniz parçalanacak, ruhunuz ölecek bir süre.
Çok acı çekeceksiniz. Çok yalnız kalacaksınız. (Çok iyimser cümleler kurmak
isterim. Kişiliğim de buna fena halde müsait zaten. Ama üzgünüm bu kötülüğü
size yapamam. Sokaktaki adamın söylediğini söyleyemem. Bu iş çok acıtan, çok
can yakan, çok zor, uzun süren bir iş. Ama, sonrasında dönüşeceğiniz kadın,
ayakları yere vurduğunda yeri göğü inleten bir kadın olacak.)
Fark ettiyseniz
adamla ilgili tek satır yazmadım. Merak ediyorsanız söyleyeyim, yaz sonu
karşılaşmalarımızdan sonra onu hiç görmedim. Sadece geçenlerde eski iş yerimden
(onu da tanıyan) arkadaşlarımla buluştuk. Bana dediler ki “siz barıştınız mı?”
yo dedim ne alaka. Aynı günlerde ikimiz de Bodrum’daymışız. Aynı yerlerden
fotoğraflar paylaşmışız. Onlar da beraberiz sanmışlar. Ben Instagram’ını
görmediğim için bilmiyordum tabi.
Sanki benden önce
kışları Bodrum’a gidermiş gibi “bu kış sezon geç açıldı” yazmış bir de, götüm.
Güldüm. Sonra adamın toplama bir bilgisayardan bir farkı olmadığını hatırladım.
Benden kış Bodrum’u, Fatma’dan bir şarap markası, Ayşe’den bir film.. Derleme
bir insan zaten, bu detayı önceden de paylaşmıştım. Öyle bir adam yok.
Kişiliği, karakteri yok. Sadece copy-paste var. Gözlem ve gözlemlerini uygulama
var. İçinden bir şey gelmiyor. Çok nadiren "acaba ne yapıyordur"
diyorum, hemen akabinde eksenim geri geliyor ve "aman ne yapacak, her şey
aynen deneyimlediğin gibi işte" diyorum. Bu soruyu soran da ben değilim
zaten, egom.
No contact kuralını uygulamak şahane, ama böyle bir dezavantajı
var. Ne halde olduğunu görmüyorsun. Bütün kapıları sıkıca kapattığın için
seninle irtibata da geçemiyor. Ortak insanlarla da görüşmüyorsun. Bu yüzden
senin hakkında ne düşündüğünü, nasıl bir hayat yaşadığını, neler hissettiğini
gözlemleme imkanın olmuyor. Burada bu soruyu sorarkenki farkındalık çok
kıymetli ; bunu merak eden ben değilim, bu soruyu soran
onaylandığımı/sevildiğimi/değerli olduğumu hissetmek ihtiyacında olan egom! Bu
kadar kıymetli bir şeyi bu adamın iki dudağının arasına mı teslim edeceğim ya
ben? Gerçekten mi? Deyippp hemen toparlanıveriyorsun.
Gerçekte ne
yaptığı zerre ilgimi çekmedi, çekmiyor. Öldürdüm onu.
Artık burayı
okumak eskisi kadar acıtmıyor. Ama bu sürekli aktif olabileceğim anlamına da
gelmiyor. Ara ara kontrol edip, kendi göremediğim desteği sunmaya devam
edeceğim.
Sevgiyle kalın.