28 Nisan 2016 Perşembe

Korkuları


1-      Terk Edilmek ya da Reddedilmek

Şimdi, narsistik canavarımız aslında müthiş bir bilinç boşluğu içinde. Hayatta var olabilmesinin tek kaynağı biz insanlar. Bu kaynağı bir anda narsisttten çekip aldığımızda, müthiş bir boşluk içine düşüyorlar. Sürekli kadınları yedeklemeleri tam da bu yüzden aslında. Normal bir insan, ayrılık sonrası yalnızlık hissi yaşayabilir, fakat onlarda bu sekiz kat daha etkili, daha şiddetli yaşanıyor. Bütün varlığı tehdit altına giriyor. Dolayısı ile, o planını henüz yapmamışken onu terk etmek, müthiş bir boşluk ve huzursuzluk yaşamasına sebep oluyor.

Bunu bizzat şu an yaşatıyorum ona. Elbette ki boş durmuyor, elbette ki şu an bambaşka birini tavlamakla meşgul. Fakat bu ona yetmiyor, biliyorum. Çünkü downgrade olmak istemeyecektir. Daha pırıltılı bir besin kaynağı bulması da zaman alacak. Bu sebeple şu an sadece anlık tatminler yaşamaya gayret ediyor. Evde sabahları uyandığı zaman hissettiği boşluğu düşünemiyorum bile.

Reddedilmek de aynı etkiyi yaratıyor. Mesela, ona mesajlar atsan, telefonda hakaretler etsen bu da onu besleyecek. “Hayranlığını alamıyorsam, en azından öfkesinden besleneyim” durumu. Çünkü o öfke bile ona aslında ne kadar önemli biri olduğunu hatırlatacak. “Öyle mükemmelim ki, beni hiçbir kadın unutamıyor işte”. Tam da bu yüzden, onu yok saymak, ona verilebilecek en büyük zarar aslında. Hele ki bir de mutluysan, iyi vakit geçiriyorsan, iyice ayvayı yiyor.

Bana sık sık şöyle derdi “Benden sonra asla kimseyle mutlu olamayacaksın, benim gibi birini bulamayacaksın”. En son gecemizde dedim ki “Valla bak doğru söylüyorsun, bir daha senin gibi biriyle karşılaşmam mümkün değil. En kötüsü sensin”. Sinir olmuştu. Baya baya her kadının ondan sonra asla toparlayamadığına inanıyordu. Oysa görüyorum, millet evlenmiş, ilişkisi var falan. O öyle görmüyor. Hala akıllarının onda olduğunu sanıyor. Durumun zavallılığı?

2) Kontrolünü Kaybetmek

Senin üzerinde artık bir kontrolü olmadığını anladığında, sana ‘sahip’ olamadığını fark ettiğinde çok sinirleniyor. Çünkü kontrol edememek demek, aslında o kadar da muhteşem bir şey olmamak demek. Bununla yüzleşmesi en büyük korkusu. Bu yüzden hemen yeni kaynaklara saldırıp onaylanması ve hayran olunması gerekli.

Ayrılık sonrasında sessizce onu beklemek, aslında hala bir ümidin olduğunu hissettirmek, onsuz hayatına devam etmemek, sosyal medyada inaktif olmak vs hep onu besleyen şeyler. Çünkü derinlerde, hala acı çektiğini ve çaresizce ona ihtiyaç duyduğunu bilmek istiyor.

Gerçek bu değil. Kendimi toparlamam onun tahmin ettiğinden daha kısa sürdü. Tamam, travmatik bir durum yaşadığımı ve atlatmamın zaman alacağını biliyorum ama hayatı yaşamaktan da geri kalmıyorum. Bunu görmek onu çıldırtıyor.

Bu durumda vereceği iki tepki var ; Kaç ya da savaş. Sessiz işkence ile (silent treatment) kendince bana haddimi bildirip kaçabilir ya da savaşabilir. Savaştı o. Bir günde 3 fotoğraf paylaştı Instagram hesabında “Bak ne kadar da eğleniyorum” der gibi. Ve o fotoğrafları gördüğümde sessizce gülümsedim. Kontrolünü kaybetti ve son derece tepkisel davrandı. Gerçekten potansiyeli yüksek biri ile olsaydı ve gerçekten iyi vakit geçirseydi bunu sessizce yapardı. Çok acı çektiğini gördüm. İçimin yağları birazcık eridi evet. Bir yandan acıyorum, ama bir yandan da bunu yaşadığını görmek beni rahatlatıyor.

3) Yaşlanmak

Yaşlanıyor. 45 yaşında. Öyle sağlıksız bir hayatı var ki (yoğun miktarda alkol, kötü beslenme, gece yemekleri, sıfır spor ve cinsel takviye ilaçları) o vücudun maksimum birkaç senelik dayanma gücü kalmış. Banyosundaki bütün o kremler yaşlanmaktan korkma ve mümkün olduğunca erteleme sebebiydi, öz saygı falan değil. Yazları gömlek giyerdi, göbeğinin şişkinliğinden düğmelerin arası boşluklu. Ya da kulübe giderdik, öyle sarhoş olurdu ki, sessizce kendi kendine burnunu falan karıştırırdı. Elimde öyle kayıp olduğu anlara ait birkaç video var, sabahları gösterirdim, görmek istemezdi. Kendinden öyle nefret ediyor ki, evinde geçmişine ait bir anı, bir fotoğraf bile yok zaten. Sevmiyor kayıt tutmayı.

4) Dalga Geçilmesi & Saygısızlık

Çok da sağlam bir espri anlayışı yoktu. Komiklikler şakalar yaptığını hatırlamam pek. Onunla ilgili yapılabilecek en ufak bir espriyi bile hemen eleştiri olarak algılardı. Eleştirilmeye ASLA tahammülü yok, asla. Hatta paranoyak vaziyette bunları düşünüyor diyebilirim.

Onunla ilgili yaşadığım negatif durumları arkadaşlarımla paylaşmamdan müthiş rahatsızlık duyardı. Kimse onu kötü bilmesin isterdi. Yalnız kaldığında bunları kurduğunu ve insanların onun hakkında neler düşündüğü ile ilgili negatif kurgularda bulunduğunu biliyorum.

Bu yüzden onunla dalga geçilmesi ve ona saygısız davranılması en büyük korkularından biri. Ve ne hikmetse, yaşadığı her hikayenin sonu hep böyle bitiyor.

5) İfşa Edilmek!

Şu an onun için müthiş bir tehdidim ben. Çünkü çok şey biliyorum. Beni susturmak ve durdurmak için yapamayacağı şey yok.

Eski sevgilileri ve eski eşi hakkında sürekli kötü konuşurdu. Sürekli ama. Hep o haklı, bütün kadınlar haksız. Ben de dinlerdim ama dinlerken kadınları savunurdum açıkçası. O buna da sinir olurdu.

En son kız arkadaşından neden ayrıldığını sordum. Bana dedi ki “Resepsiyona bir şey söylemesini istedim, söylemedi. Bu bardağı taşıran son damla oldu” duruma bakar mısın? Kızı nasıl kontrol etmeye çalışmış ve nasıl saçma sapan bir sebeple ilişkiyi bitirmiş? E ne de olsa yedekte ben vardım, çok sorun değildi. Ben bu hikayede hep kızı savunurdum ve bu duruma sinir oluyordu. Biraz da beni içine çektiği durumdan dolayı vicdan azabı çekiyordum. Hiç bilmeden, hiç farkında değilken sanki iki kişinin arasına girmişim gibi bir durum yarattı. Sorumluluğu hiç kabul etmedi. Benle beraberken bir akşam kızla yemek yedi mesela, tam o sırada tesadüfen ben aramışım. Kız sormuş “Bu kim?” diye, diyememiş yeni sevgilim diye. Demiş ki “senden ayrıyken birlikte olduğum kişi”. E sen bu kadınla aynı evde yaşıyorsun geri zekalı! Öyle de korkak işte. Neyse.

İfşa edilmek, gerçek yüzünün insanlar tarafından bilinmesi en büyük korkusu. Müthiş bir titizlikle ondan uzak olan insanlara karşı yarattığı saygın, kaliteli, efendi imaj yerle bir olursa yaşayamaz. Bununla besleniyor sadece.

Ortak çevremiz hayli fazla. Bu sebeple şu an sosyal medyada yapacağım en ufak bir hamle onu bitirir.

Hatta bu blog’u tanıdığı kişilerle paylaşsam falan delirir. Ama ne yapar? Bunu bildiği için, benden önce davranıp karalama kampanyasına başlayacaktır muhtemelen. Tıpkı bana diğer kadınlar hakkında söylediği şeyler gibi, benim için de birilerine başka şeyler anlatacaktır.

Ben o 30 senelik arkadaşı ve eşi ile yemek yediğimde onlara da söylemiştim. “Ben geçiciyim. Bir gün bitecek, başka bir kadını tanıştıracak sizinle. Bu hikaye hiç bitmeyecek. Ve inanın, o zaman da benim için kötü şeyler söyleyecek, buna hazırlıklı olun” demiştim.

Böyle bir kötülük yapabilir miyim? Teknik olarak evet. Hikayelerim, fotoğraflar, videolar, mesajlar ve iletişim kabiliyetimle, inandırıcılığımla, kendi kitlem üzerindeki gerçek güvenimle bunu yapabilirim.

Yapar mıyım peki? Hayır. Çünkü Karma var. Çünkü bu bir kötülük. Dönüp dolaşıp beni bulmasını istemem. O zaten böyle bir insan olarak yaşadığı için yeterince ceza çekiyor, bir de ben vurmam. Bu blog’un anonim olması ve onun yakınındaki hiç kimse ile paylaşmayacak olmam da bu yüzden.

27 Nisan 2016 Çarşamba

Ayrılmak neden daha zor?

Bu insanlardan ayrılmak neden zor?
Neden daha farklı?
Normal bir ayrılıktan kat be kat zor olmasının sebebi ne? Bence şöyle ;
1)      Yaşadığın her şeyin tamamen hayal ürünü olduğunu kabullenmek zorunda kalıyorsun. Aşık olduğun adam aslında hiç yoktu. Onun bir öz bilinci yok, kişiliği yok. Boşluk var sadece. Öyle bir boşluk ki, senden beslenerek ve seni ‘yansıtarak’ var oluyor sadece. Bu sebeple şöyle bir çıkarıma varabilirim sanıyorum ; madem o aslında yok ve madem beni yansıtıyordu, o zaman aşık olduğum insan kendimdim? Bu düşünce işi kısmen kolaylaştırıyor gibi.

2)      Zihnin kodlanmış oluyor. Artık bilinç dışı şekilde NLP mi yapıyorlar, ne yapıyorlar bilmiyorum ama bir şekilde sen sen olmaktan çıkıyorsun. Bir tür bağımlılık yaratılıyor. Hadi benim de buna yatkın bir yapım var, onun farkındayım, ama sağlıklı insanlarda da aynı etki oluyormuş ve bunu görmek bana güç veriyor, yalnız olmadığımı hissediyorum.


3)      Kendinle yüzleşmen gerekiyor. Kendinde eksik olan her şeyle yüzleşiyorsun. Bu adamı neden seçtim? Neden kalmaya devam ettim? Neden her geri dönüşünde yine inandım? Çeken neydi? Demeye başlıyorsun ve bu soruların cevaplarının onunla ilgisi yok, tamamen seninle ilgili. Fark ediyorsun. Üzerine gidiyorsun. Ve düşünsene, bundan sonraki yaşayacağın ilişki dünyanın ennn güzel ilişkisi olacak!

4)      Kapanış yok. (Closure) Hiçbir zaman olmayacak. Bunu sen, kendi içinde bitirmek zorundasın. Çünkü o her zaman açık bir kapı bırakacak. O kapıların tümünü sen kapatacaksın. Zor biraz. Ama imkansız görünmüyor bana.

5)      Şüphe ve umut. Seni öyle bir kodluyor ki, ‘Aslında pek de böyle değildi ya, bak şurada şöyle şöyle yapmıştı’ gibi anıları gözünün önüne getiriyorsun. Kendinden şüphe ediyorsun. (Benefit of the doubt) ve bu şüphe sende her zaman bir umut olmasını sağlıyor. Bu umut da, geri dönüşlerin esas sebebi. Umudu öldürürsen, gerçekleri kabullenirsen (en acı verici dönem), geri dönüş sebebin kalmaz.

6)      Direk şiddete maruz kalmamış olmak. Fiziksel şiddet yok evet, fakat müthiş ağır bir duygusal şiddete maruz kalıyorsun onunlayken. Ve bunu direk yapmıyor, sindire sindire, aralara sıkıştırarak. Bir kedi fareyi öldürmeden evvel onunla oynar ya, o hesap. Bir de arada güzel şeyler yaşandıkça, beyin iyice kendini kaybediyor. Eğer ki bu direk bir şiddet olsaydı (direk hakaretler etseydi, fiziksel şiddet uygulasaydı, açık oynasaydı) kabullenmek daha kolay olabilirdi. Şöyle düşünebilirdin o zaman ‘Bu adam bana bunu bunu yapıyor, bana iyi gelmiyor, ben gideyim’. Fakat burada öyle bir durumla karşı karşıyayız ki, bu çıkarıma varabilmek gerçekten bol miktarda güç ve dirayet istiyor.

Şunları okusa var ya, omuzlarını ve kaşlarını havaya kaldırır “Ben o kadar kötü bir adam değilim ki” derdi. Surat da bebek gibi zaten, pek şirin olurdu söylerken. Şefkat beslerdim. Bende öyle olurdu en azından. Sonuçta karşında 45 yaşında koca adam var, dinliyorsun, anlamaya çalışıyorsun sağlıklı bir insan olarak.. Ta ilk aylarda ‘kabul görme’ ihtiyacını sezmiştim. Tek arzusu anlaşılmak ve olduğu gibi kabul edildiği gruplarda olmaktı. Bu yüzen benim gibi empat olan bir arkadaşımın evinde/yanında kendini rahat hissederdi.. Severdi onu.
Yapardı bunu arada. Sürekli anlaşılmadığından, insanların onu anlamadığından yakınırdı. (Çünkü kendisi bir adet süper kahraman ve özel biri. Herkes öyle sığ ki, kimse onu anlamıyor. Sorunun kendinde olduğunu göremeyecek kadar hasta)
Bir de şeyi hatırlıyorum “Sizin en büyük hatanız ne biliyor musun?” derdi bazen konuşmalarımızda, yemeklerde..
Ben de derdim ki “Siz derken?”
“İşte sen, Ayşe, Fatma..” (Arkadaşlarımı sayıyor)
Hemen bir genel yargı belirtirdi ardından “Siz her şeyi şöyle şöyle zannediyorsunuz ama aslında hiçbir şey bilmiyorsunuz”
Benden de cevap gecikmiyor, hemen defans tabi. Sinir olurdu. “Sen mesleğin gereği süper konuşuyorsun, sözünün üzerine söz söylenmiyor” derdi. Yani aslında diyordu ki “Seni kontrol edemiyorum, sinir oluyorum”
Şimdi anlıyorum. Bu sözleri direk kadın ırkına yönelikti. “Siz” den kastı buydu. Ya da kendinden başka insanlara da olabilir.
Ne de olsa kadınlar düşman. Hatta diğer tüm insanlar düşman. Bir o var, bir de biz dünyalılar..
Yani özetle, asla normal bir ayrılık olmuyor bu insanlarda ayrılmak.
Aşk acısı değil bu yaşadığın. Garip bir şey. Daha çok travma sonrası stres gibi. Sanki saldırıya uğradın, bir kaza geçirdin, onu atlatmaya çalışıyorsun gibi. Duygusal şarkılar hiçbir şey ifade etmiyor, aklına iyi anılar gelmiyor. Daha tuhaf. İlk kez yaşıyorum.
Elbette geçecek, ama daha mı kolay olur daha mı zor emin değilim.
Yaşadığın şey ‘gerçek’ olmadığına göre, ortada özlenecek bir şey yok. Ama aynı zamanda tek taraflı da olsa hissettiklerin var, senin kendi tarafından yaşadıkların var. Çok ilginç.
Bunun ismi bilişsel çelişki imiş. (Cognitive Dissonance)
Beynin, yaşadıkların ve gerçekler arasında gidip geliyor. Bir o taraftasın, bir diğer tarafta. Gün içinde sürekli savaşıyor iki gerçeklik. Ben ne yaşadım? Ne hissettim? Neyi bu? Şu an ne yaşıyorum? Böyle şeyler soruyorsun kendine. Zihin çözümlemesi yapmaya gayret ediyorsun, fakat diğer taraftan gerçek olduğunu sandığın anılar/yaşananlar da var. Öyle tuhaf ki bu beyin denen şey..
Tam da bu yüzden, bu rahatsızlığı okuyup araştırmak iyi geliyor. Tüm iyileşme önerilerinde “Narsistik Kişilik Bozukluğu ile ilgili öğrenebileceğiniz kadar çok şeyi öğrenin” diyor.
Çünkü böylelikle, beynine diyorsun ki ‘Bak tatlım, gerçekler bu bu bu. Bu sebeple içinde hissettiklerin sadece geçici bir illüzyondan ibaret.’ Resmen kendi kendini ikna ediyorsun.
 Önce inkarla başlıyor elbet. Duymak ve kabullenmek istemiyorsun (3 hafta evvelki halim)
Sonra yavaş yavaş çözümleniyor. Hatta çözümlenmesi iyileşmeni de hızlandırıyor. Bu bakımdan avantajlı. Çünkü tipik bir aşk ayrılığı gibi olmuyor. Aklında hiç şüphe kalmıyor. Durumu görüyorsun. Kabulleniyorsun. Devam ediyorsun. (Yani, yaşayacağım aşamalar bunlar olacak.. Okuduklarım böyle)




Seks

En zor kısımlardan biri. Bu konuyla yüzleşmek içimi en çok acıtan, ama aynı zamanda iyileşmeme en fazla faydayı sağlayan kısım oldu.
Narsistik kişilik bozukluğu olan kişiler için seks, ilginç bir mevzu.
Benim hayatımdaki narsist tipik bir kadın düşmanıydı. Bunu ben hiç fark etmemiştim, araştırmalarımı yaparken aklıma söylediği bir cümle geldi ve zihnimde puzzle’ın bir parçası daha oturdu. Bir gün konuşurken bana demişti ki “Bana hep sen kadın düşmanısın falan diyorlar ama hiç alakası yok gördüğün gibi, bence ben kötü bir adam değilim” demişti, ya da böyle bir cümle. Kendi kendine söylemişti yani, zaman zaman yapardı bunu, böyle tuhaf cümlelerle kendini kontrolsüzce ele verir, sonra toparlardı.
Şimdi fark ediyorum ki evet, tipik bir kadın düşmanıydı. Çok detaylı araştırmalar ve makaleler okudum, şöyle özetleyebilirim durumu ;
Kadınlar düşmandır. Çünkü hayatındaki ilk kadın olan annesi onu minik bir bebekken hayal kırıklığına uğrattı. İhtiyaç duyduğunda yanında yoktu. O da bu yüzden tüm mekanizmalarını o yaşta kuşanmış, kimseye ihtiyacı yokmuş gibi davranmayı seçmişti mecburen.
Bir de babası vardı, sürekli oğlundan yüksek beklentileri olan ve ona sert davranan bir babası. Buna rağmen, halen derin hayranlık beslediği bir babası.
Bu bilgilerimiz şimdilik bir köşede dursun, lazım olacak çünkü.
Seks, narsistik kişilik bozukluğu olan erkekler için, kadınları cezalandırma aracı aslında.
Düzenli ilişki yaşamadığı dönemlerde, ihtiyaç duyduğu besini almak için bir araç sadece. Bir kadını arzulayarak, tutkuyla sevişmiyor. Sadece besinini alıyor. Seks sırasında onay cümleleri duymak istiyor, ne kadar iyi olduğu söylensin istiyor. Bu tipik bir dirty talking değil. Çok net.
Yazarken midem kalkıyor. Birkaç detay var, sonra sakladığım. İnanılmaz.
İlk zamanlarda, özellikle idealize etmek döneminde seks mükemmel. Bu da öğrenilmiş bir yetenek onlar için. Yemeğe çıktığımızda beni etkilemek için havalı cümleler kuruyor ya hani, sekste de öyle. Beni etkilemek ve memnun etmek için tüm hünerlerini sergiliyor aslında. Yaşı da var bana göre, deneyimli de. Her şey gayet güzel. Hiçbir sorunum yok. Gerçekten memnunum hayatımdan.
Sadece biraz daha duygu olsa diyorum içimden. Bir bırakabilse kendini.. Hepsi bu. Bazen bırakırdı sanki, o anlarda süper rol yapardı çünkü.
Aslında seksle falan işi yoktu. Ciddiyim. Bir kadını şöyle göz ucuyla süzer ya hani erkekler, etkilenirler, bakarlar falan. Onun hiç böyle huyları yoktu, bakmazdı. Sağlıklı bir erkek gözüyle değerlendiremiyor çünkü. Kadının nasıl göründüğü (mesele seks ise) çok da önemli değil. Birlikte olduğu kadınların onu arzuluyor olması yeterli. Sevişirler, adam besinini alır ve gider. Çok basit.
Bazen telefonda konuşurduk.
“N’apıyorsun?”
“İyi ya n’apayım porno falan”
“Ay saçmalama ya ciddiyim ben, evde misin?”
“Evet, kaçta buluşalım”
Benzeri konuşmalar. İlk zamanlar ciddiye almazdım. Dalga geçiyor gibi gelirdi. Sonra baktım 2-3 kere daha benzer cevaplar veriyor, dedim herhalde böyle bir dünyası var.
Dedim ki “beraber izleyelim” asla yanaşmadı.
Sebebini şimdilerde ancak çözebiliyorum.
Aslında insanlardan nefret eden, fakat onlara bağımlı olan biri olarak, ve kendine derin hayranlık besleyen biri olarak, mastürbasyon yapmayı, sağlıklı bir kadınla sevişmeye tercih ediyordu.
Ve dönem dönem, kendini değersiz hissettiğinde bunu sapkınlık derecesinde yapıyordu diye tahmin ediyorum.
Geçen aydı sanırım, ipad’ine bir baktım VPN var. Dedim twitter’ı takip edebilmek için kurdun herhalde? Hani bombalama olayları olduğunda yavaşlıyor ya sosyal medya. Yok dedi, porno sitelerde nereye girdiğim belli olmasın diye. Diyorum ya böyle arada çat diye kontrolsüz cümleleri olurdu hep. Mala bağlardın önce. Sonra detaylandırınca hemen “şaka yapıyorum”. Bu da bir tür manipülasyon olabilir diyeceğim ama bir sapkın kendini neden ele vermek ister? Orada tıkanıyorum işte.
Neyse, araştırmalarımdan şunu öğrendim.
Narsistik kişilik bozukluğu olan kişilerin hayatındaki kadınlar ikiye ayrılır. Madonna ve Whore. Yani kutsal kadın ve fahişe.
Kutsal kadın hayatındaki ana kadın. Ona annesinin veremediği sevgi ve ilgiyi verecek olan masum prenses. (Bu senaryoda ben) Onunla sevişmeleri sadece görev bilinci içinde. Kadını elinde tutmak için tatmin etmesi gerek. Bu yüzden sevişiyor. Yoksa çok da bayılmıyor aslında. Ona kalsa hayatı boyunca mastürbasyon yaparak da mutlu olabilir. Çok eminim. Bir keresinde demişti ki “Ben evden hiç çıkmadan bir sene yaşayabilirim. Televizyon, yeteri kadar şarap ve kitap olsa yeter”. E kadınlar? Demiştim “Mastürbasyon var” demişti bana. Üff demiştim deli deli konuşma yine. Yani inanamıyorsun tabi, çünkü bu konuşmalar bizim günlük hayatımızın içine entegre edilmiş vaziyette. Hep söylüyorum, bunları böyle yazıyorum ama gün içindeki minik nüanslar sadece. Bütün bunlar yaşanırken aslında hayat olanca normalliğiyle devam ediyor. Yemekler yeniyor, alışverişimizi yapıyoruz, sinemaya gidiyoruz, film izliyoruz vs. Çok garip.
Benimle sevişirken aslında kendiyle sevişiyor. Bedenim, mastürbasyon yapması için kullanılıyor. Bunu öğrenmek ne acı.. Ben aşkın en yoğun halini yaşıyordum o esnada oysa ki..
Bazen gözlerini gözlerime diker öyle durmadan bakardı bana sevişirken. Kim bilir neler düşünüyordu, neler hayal ediyordu diyorum şimdi.
Bir de şöyle bir durumumuz vardı, fark etmem 5-6 ayımı aldı. O, cinsel birliktelik yaşayabilmek için ilaç kullanıyordu. İsmi Cialis. Onunla beraber öğrendiğim ilaçlardan biri. Tüm detaylarını anlattı bana fark ettiğimde. Şimdi piyasaya düşük dozlar çıkmış, zararsızmış vs.
Sebebi de yüksek miktarda alkol kullanması. Geceleri birliktelik yaşayabilmemiz için ya saatlerce uğraşması gerekirdi, ya da o ilacı alırdı. Şaşırıyordum, nasıl oluyor bir gün öyle bir gün böyle. İlacı fark edince her şey oturdu kafamda ve yalvardım almaması için. Gündüzleri (alkolsüzken) hiçbir problemi yoktu. Ve henüz 45 yaşında ve hemen her akşam çok yoğun miktarda alkol alıyor ve bu ilacın alkolle beraber tüketilmesi çok ciddi bir intihar! Bu yüzden yalvardım. Alma dedim. Söz verdi, ama yine içti. Sonra ilacı evde saklamaya falan da başlamıştı en son..
Neyse.
Diğer kadın fahişe. Genelde sapkın fantaziler var burada. Neden porno izlemeyi seviyor? Çünkü pornoda kadını degrade edici, ezici bir durum var. Kadın pasif ve kullanılan durumunda. Aslında bundan keyif alıyor. Tahrik olduğu tek durum bu. Ve bu durumu benimle paylaşmıyor. Kendi zihninde yaşamayı tercih ediyor sadece. Issız Adam filmini hatırlayın? O hesap. Bunları o şekilde yaşayacak yeterli network’ü ya da cesareti var mıdır emin değilim. Belki de yaşamıştır. Belki benimleyken de yaşamıştır. Emin değilim.
Esas kan dondurucu noktaya geliyorum. Beraber geçirdiğimiz son gecede, müthiş kavgamızın arından göz yaşları içinde ona dedim ki “Kendinin farkındasın, bunu artık daha fazla insana yapma! Başkalarının hayatının içine etme. Kendini kabullen ve takıl böyle günübirlik ilişkilerle, başka kadınların canını yakma. Canavarsın sen!” gibi cümleler haykırıyorum. O zamanlar işin adını tam olarak koyabilmiş değilim, ama söylediğim her cümle aslında bu rahatsızlığı gösteriyor. Kesinlikle tesadüf değil.
Neyse. Ben böyle haykırırken “Ve biliyorum sen yine duramayacaksın, yine zehrini akıtmak istediğin bir kadın girecek hayatına” dedim. Ve şöyle bir yanıt aldım. “Olabilir tabi, bir kadın olur, bir erkek olur”
Duymazlıktan geldim.
Ama duydum.
Duy-dum. Söyledi bunu. Söylemese, araştırmalarımın sonunda edindiğim bilgileri okudukça derdim ki “Demek ki o henüz bu kadar patolojik seviyede değil”. Ama öyle. Çünkü bu lafı etti. Yine kontrolsüz zamanlarından birinde bir çırpıda ağzından çıkıverdi. Ben oradaydım. Duydum.
Duyduğumda üzerine gitmedim, zira bambaşka bir konu üzerine hayli hararetli bir tartışma içindeydik o anda. Garip bir şekilde beyin arkaya atıyor bir de.
Bir arkadaşından bahsetmiş olabilir diye düşündüm. Ya da gayri ihtiyari, lafın gelişi “kadın, erkek” demiş olabilir diye düşündüm. Ta ki araştırmalarımı derinleştirene ve yaşadıklarıma dışarıdan objektif bakmaya başlayana kadar.
Kanım çekildi. Ben bu adamla bir ev paylaştım. Ben bu adamla duygularımı, bedenimi paylaştım.
Ve yanında taşıdığı çantaydım. Ve yatağındaki güvenli kadındım. Hepsi buydu.
Nasıl bir sapkın beyin? Anlatayım.
Anne düşman dedik. Anne onu hayal kırıklığına uğrattığı için kadın düşmanı dedik. (Ki bunun aksini söylerdi hep. Kadınların çok güçlü olduklarını, kadınlara hayran olduğunu vs)
Bir de baba figürü var dedik. Ona baskı uygulayan, ama aynı zamanda hayran olduğu.
Olay şu. Babaya layık olmak istiyor, ona ulaşmaya çalışıyor. Ama arada bir anne var. Düşman anne. Düşman kadın. Babayla arasına giriyor.
Hop, gizli eşcinsellik! Şaka yapmıyorum. Abartmıyorum.
Narsistik kişilik bozukluğu yaşayan kişilerde “latent homosexuality” çok rastlanan bir durummuş. İlerleyen yaşlarda ortaya çıkıyor.
Böyle bir deneyimi oldu mu? Hiç cesaret etti mi? İzlediği pornolar böyle miydi? Düşündükçe midem kalkıyor ama düşünmekten de kendimi alamıyorum.
Zaten var olmayan bir benlik, bir hiçlik içinde. Müthiş bir boşluk var. Eğer böyle bir eğilimi olduğunu hissetmeye başladıysa ya da bunu pratiğe döküp yaşadıysa, vay haline. Geçmiş olsun, en kötü safhada.
Eğer o kelimeyi kulaklarımla duymuş olmasaydım, bu kadar etkilenmezdim ama duydum diyorum.
“Bir kadın olur, bir erkek olur”
Dedi bunu.

Gerçekten delirmedim. Yaşadım. Duydum.
Onu son görüşümdü. Şu an yüzünü görmek bile istemiyorum, midem kalkıyor. Duygusal kopuşumun en faydalı noktasıydı, ama çok çok çok can yakıcı bir durum bu, çok!
Yazamayacağım daha fazla.


Narsistin Aşk Hayatı / Klasik Hikaye

PNarsistik kişilik bozukluğu olan kişilerin, hiçbir şeyi normal insanlara benzemediği gibi, aşk süreçleri de farklı.
Zaten “aşık” olamıyorlar, işin içinde duygu falan yok. Karşısındaki kadını önemser gibi görünür hallerinin altında hep şu var aslında ; “Ben, senin yanındaki kendimi çok sevdim, haydi devam edelim.”
Onunla resmen “sevgili” olmak demek, cidden kadında çok çok çok fazla bir şeyler var demek aslında. Kariyerin, eğitimin, fiziksel görünümün, enerjin, neşen ve sosyalliğinle baştan çıkabiliyor. Onda eksik olan ne varsa, senden emmek için hemen harekete geçiyor.
Yani eğer bir narsistin sevgilisi olduysan, o mertebeye layık görüldüysen, bil ki gerçekten çok iyisin bir şeylerde. Sevgili olana kadar seksen kere zihninde düşünecek, gidecek, gelecek, araştıracak, analiz edecek, bir yargıya varacak vs. En ufak kusurunda vaz geçecek, yanına yakıştırmayacak mesela. Ama tüm bu sınavları (sen hiç fark etmeden) geçtiysen ve onun resmen sevgilisi olduysan, sokaklarda el ele yürümeye başladıysan, arkadaşları ve ailesiyle tanıştıysan, bil ki sende gerçekten güzel bir şeyler var.
Beyefendinin eksenine girdiysen, birkaç yemek yediysen, sevgili olduysan, bil ki tam olarak şu süreçleri yaşayacaksın ;
1)      İdealize Etme / Şov Zamanı!

Bu dönem, narsist bir adamla yaşayabileceğimiz en güzel ve tek güzel dönem. Önce incelikle röntgenini çeker, seni tanır. Sahte benliğini seni memnun edecek şekilde değiştirir. Sana tam olarak istediklerini verir. Ve voila! Aşık oldun!
Hediyeler, mükemmel akşam yemekleri, güzel sohbet, aslında olmayan şeylerden bahsetme, mevcut şeyleri abartma. Güzel bir ses tonu, e biraz da kültür ve yol yordam eklenince, buna karşı koyabilecek bir kadın olacağını zannetmiyorum.
Lüks restoranlar, zarif ağırlama ve yoğun ilgi ile mükemmel tasarlanmış bir baştan çıkarma dönemi..
Sen sanırsın ki mesela, adam hep oralarda geziyor. Hayır. Canı o restorana gitmek istiyor, seni de peşinden sürüklüyor..
O dönemde yaşadıklarımı anlatayım.
Instagram üzerinden ulaştı bana. Yaklaşık 3 senedir tanırdım, ama çok da samimiyetim yoktu. Aynı işyerinde çalışmışlığımız var, o kadar. O zamanlar bendeki algısı öylesine biri işte. Hani tamam düzgün görünümlü, kaliteli, saygın vs ama o kadar.
Aylardan Mart ya da Nisan. İş için Dubai’deyim. Çat Instagram’dan bir mesaj “Aaa Dubai’de misin, ben de oradaydım yakın zamanda. Ay işte benim de işlerimin bir bölümü Dubai bağlantılı, bir ara görüşelim iş konuşalım belki ortak bir şeyler çıkar” vs. Yalan. Dubai ile alakası yok işinin. Yani şirketinin orayla bağlantısı var evet ama, onunla direk ilgili değil.  Sonradan öğreniyorum tabi.
Telefon numaramı istedi o dönem, verdim ben de. Ne olacak ki.
Tabi tüm bunlar, o zamanki kız arkadaşı ile arası kötüleşmeye başladığında kızı yedeklemek için kullandığı taktikler. Asla direk girmiyor olaya, son derece zarif ve sinsi.
Sonra Nisan. Doğum günüm. Hop bir mesaj “Doğum günün kutlu olsun”. Yine çok sallamadım, herkes kutluyor, normal yani.
Sonra minik bir operasyon geçirdim, hop “Geçmiş olsun çok”. Saol, teşekkürler.
2 aylık sinsi takibin ardından esas mesaj geldi “Bir akşam yemek mi yesek?”. Mayıs ayı. “OK dedim yiyelim ama birkaç güne Londra’ya gideceğim, anca dönüşümde.” Ta o zamandan 2 hafta sonrasına tarih konuştuk, sözleştik. Mayıs’ın üçüncü haftası falandı sanırım ilk yemeğimizi yedik.
Yemek öncesi de havalı havalı mesajlar “19:00. Evden alıyorum. Da Mario. Smart Casual” vuhuuu havalara bak. Sanki ben bilmiyorum nereye ne giyeceğimi. Mal.
Neyse ilk yemek güzel. Sohbet güzel. Ağırlama harika 10/10 veririm J Şaraptan anlıyoruz, kapılarımızı açıyoruz, ilgi ve samimiyetle dinliyoruz anlattıklarımı falan. Her şey yolunda. Neden böyle yazıyorum? Çünkü o dönemde sıklıkla flört ediyorum ve bir çok insanla yemeğe çıkıyorum. Onunla yediğim yemek zarafet ve ilgi açısından diğerlerine fark attı, doğruya doğru. E atmaz mı, adam çalışmış gelmiş, oyununu oynuyor misler gibi. Normal yani.
Sonra hemen ikinci yemeğin tarihi konuşuldu. Ben arada yine bir yurtdışı yaptım geldim. O dönemde de zihnimde, kafamda bambaşka bir adam var, uğraşıp durduğum.
Birkaç yemek. Sanıyorum 6. Yemek falandı, bana bir kalem almış, oldukça pahalı bir kalem. Kendi işimi kurmuştum o dönem “imzalarını bununla at istedim” dedi. Etkileyici yani.
İlgisinin farkındayım ve müthiş keyif alıyorum ama çok da ağırdan satıyorum. Mesajlara kısa cevaplar, fazla üstüne düşmeme vs. Klasik kadın nazları işte.
Sonuç olarak bir akşam birlikte oluyoruz. Ve o akşam ellerimi tutup, gözlerimin içine bakıp “Artık resmiyiz di mi, başkalarıyla görüşmeyeceksin di mi” dediğini hatırlıyorum.
Kendi jenerasyonumun, birlikte olduktan sonra kadına ilgisini kaybeden hödük adamlarının arasında bu tavır elbette ki çok hoşuma gidiyor. Baya bildiğin sevgili oluyoruz.
Bu süreç böyle 6 hafta kadar sürüyor. Beraber olmadığımız akşamlarda, eve döndüğünde gece geç vakit beni arıyor, alkollü epeyce. Güzel sözler söylüyor, şarkılar dinletiyor. Resmen sarıyor aslında. Bazen canım isterse konuşuyorum, bazen de (yalan yok) sıkılıyorum bu muhabbetten, telefonumu gece sessize almaya başlıyorum mesela. Ertesi gün erken vakit işim varsa özellikle. Sabah bir kalkıyorum 7-8 cevapsız arama! Hem normal arama hem de Whats app araması. Böyle bir cins cins işler.
Gün içinde sayısız arama. Sayısız mesaj. Günaydın mesajları, sofra fotoğrafları, içki kadehi fotoğrafları falan. Nasıl bir ilgi, anlatamam..
Bir de şu çok tatlı örnek, sabah bir kalkıyorum, Instagram’da 2 sene öncesinde paylaştığım fotoğraflar falan beğenilmiş. E tabi kadınsın, ilk tepkin şu oluyor “Vay canına, epey etkilendi sanırım benden, baksana ne kadar gerilere gitmiş, bakmış, incelemiş”. Oysa ki gerçek şu ; o anda beni daha doğru analiz edebilmek için veri topluyor. Zevklerim, tarzım, hayallerim vs hepsini öğrenebilmek için avını inceliyor müthiş bir titizlikle. Çok acı, çok üzücü fakat gerçek bu.
Hafta sonu bir aile ziyareti için Ankara’ya gidiyorum. Dönüşünde bende kal diyor. Peki.
Cumartesi gecesi yine uzun uzun telefonda konuşuyoruz. Pazar dönüyorum. İstanbul’a yaklaşınca arıyorum, cevap vermiyor. Sadece kısacık bir mesaj atıyorum, yine ses yok. Ben şok!
Sonra bir bakıyorum online oluyor ama mesajımı okumuyor. Instagram’da birilerinin fotoğraflarını beğeniyor falan. Oooo diyorum içimden, burada bir problem var. Belliydi zaten vs. Dur bakalım diyorum çıkar kokusu.
Durmaksızın benimle vakit geçirdiği için yeni biri ile tanışmış olma olasılığı yok. E ne oldu o zaman? Kesin eski sevgilisine döndü? Yok o da olamaz. Kız için neler neler söylemişti bana. Kıskançmış, kafası gider gelirmiş, çok öfkeli bir kızmış, mutsuz bir ilişkiymiş vs vs. Yapmaz herhalde. Dur bakalım.
Ve hop, bir bakıyorum kızın Instagram’ına, (Allah dürtüyor, hiç de merak edip bakmamıştım açıkçası. Aylar evvel ayrıldık deyince..) Kıza çiçekler gelmiş. Kadın hisseder. Şıp diye hissediyorum.
Bu sırada beni arıyor birkaç kere, açmıyorum.
Mesajlar atıyor “konuşmamız lazım” diye cevap vermiyorum.
Sonra bir gece açıyorum telefonu. Yine sarhoş. Kendi itiraf etmiyor, edemez. Ben konuşturuyorum. Doğru soruları soruyorum ve voila, itiraf geliyor. OK diyorum, yapacak bir şey yok. Rebound olduk. Olur öyle arada. Aynen devam yolumuza.
Allahtan yaza denk geliyor o dönem. Arkadaşlarımla, ailemle harika tatiller yapıyorum. Arada flörtlerim oluyor falan. Bir yandan iş güç kovalıyorum. Her ne kadar aklımın bir köşesinde o varsa da, hayatıma devam edebiliyorum.
Geceleri Instagram seansları başlıyor. Paylaştığım fotoğrafları mütemadiyen beğeniyor. Saati var, gece genelde. Sanıyorum alkol sonrası.
Sonra bir bakıyorum tatile gitmişler, Bodrum’a. Şaka gibi, benim yazın hayatımın çoğu Bodrum’da geçiyor, başka yer mi kalmadı. Ama kötü yerlerdeler, Türkbükü falan. E hani o elegan adam? Nerede? Olanı biteni uzaktan şaşkınlıkla izlemeye devam ediyorum. Bir yandan kız arkadaşıyla tatilde, bir yandan aklı bende gibi. Neler oluyor? Ne yapmaya çalışıyor? “Benefit of the doubt” En sevdikleri taktiklerden biri. Zehri kanına verdi bir miktar, ve sonra geri çekildi. Seni şüpheler ve çelişkiler ile baş başa bırakıyor,  debelen dur J
Böyle geçen 5-6 haftalık sürenin ardından benimle irtibata geçiyor. Yine.
Sallamıyorum. Israr ediyor. Görüşmek istiyor.
Görüşüyorum. Yok diyorum olmaz, senin henüz zihnen bitiremediğin bir ilişkin var, doğru zaman değil.
Ne ısrar, ne çaba, inanılmaz.
İstanbul’un epey uzak bir lokasyonunda projem var. 10 gün kadar orada kalıyorum. Bunu biliyor. Çağırıyorum. Çat, arabayla atlayıp oraya geliyor. Benim kaldığım otelde oda tutuyor. Şaraplarını almış gelmiş. Israr, etkileme, çaba had saffada.
Evinden çıkacak da, araba kullanacak trafiğe girecek de gelecek. Şimdi düşünüyorum, hayatta yapmaz. Ama o zamanlarda yapıyor işte..

Ya da başka bir adamla date'im var. Adamın evinden resmen son dakika kaçıp onu arıyorum.  Mumları falan yakmıştı en son evde, o seviye yani. Aklımda, zihnimde ya. Odaklanamıyorum. Ben de arıyorum yani elimde değil. 
Neyse bir şekilde ikna ediyor, ikna oluyorum. Bu kadar ilgi alakaya kayıtsız kalamıyorum. Demek ki istiyor diyorum. Ve kabul ediyorum sevgili olmayı.
Yemekler, sonra kısa bir süre sonrasında bir tatil. Bozburun. Rüya gibi. Aslında yanımda, ama yanımda değil gibi bazen. Odadan ya o önce çıkıyor ya da ben mesela. Tam anlamıyla bir paylaşım var diyemem. Ama diyorum ki “zamana ihtiyacı var, olabilir, normal” ve tadını çıkarmaya çalışıyorum.
Bu arada, kaldığımız otelin en üst katındaki penthouse bize ayrılmış durumda. Kocaman bir teras, efsane manzara. Adamı tanıyorum, gelirini az çok tahmin edebiliyorum. Biz balayında falan değiliz, neden en güzel oda? Sürekli bir “en iyi” peşinde gezme merakı? Tamam ben de severim iyi yerde yemeyi, eğlenmeyi. Ama sürekli bunun peşinde de koşmam yani. Ben de arkadaşlarımla güzel yerlere giderim, güzel tatiller yaparım ama burada farklı bir durum var.
Şöyle diyeyim, aylık kazancının 1/3’ünü o konaklamaya harcadı. Ne saçma! Söyledim de yani hep söylerdim. Buna gerek yok vs. Ya da ilerleyen zamanlarda “gel evde yiyelim bu akşam” derdim falan. Elimde değil, adam fütursuzca harcıyor ve gerek yok. İlk zamanlar kızardı “bu benim param” derdi, sonradan esnemeye başladı aslında. Daha ortak karar almaya yanaşır kıvama gelmişti açıkçası, izin verirdi. Bu para mevzusunu farklı bir başlıkta ele almak isterim.
Yani özetle, bu aşama kendini bulutların üzerinde hissedeceğin müthiş romantik bir aşama. Ve ilişkinin devamı, sadece bu aşamayı yeniden yaşayabilmek için çabaladığın bir bağımlılık süreci. Ötesi yok.
2)      Değersizleştirme / Ama neden mükemmel değilsin sen?  
Ta taaam şimdi esas hikaye başlıyor.
Her gün arayan, “sen her zaman benim önceliğimsin” diyen, “hayatın bana verdiği en güzel hediyesin” diyen adam, yavaş yavaş sessizleşmeye ve kendini çekmeye başlıyor.
Aramaların sıklığı azalıyor, mesajlar kısalıyor.
Normalleşme sürecinin dışında bir durum, bir şeyler farklı biraz. Hissediyorsun.
Konuşuyorsun, üste çıkıyor. Hatta öyle bir çeviriyor ki sözlerini, bu durumu sorguladığın için kendini suçlu hissetmeye başlıyorsun.
İki adım ileri atıyorsa, bir adım geri gidiyor. Ama o ileri adımları öyle güzel atıyor ki, “tamam ya, sorun yok, ben kendi kendime kurgulamışım” diyorsun. Çünkü gayet iyi biliyoruz ki kadınlar kurgulamaya ve senaryo üretmeye müsait yaratıklardır..
Böyle böyle geçiyor zaman. Yavaş yavaş ezmeler başlıyor. Ama katiyen direk değil, asla. Sinsi sinsi, çaktırmadan, hiç farkettirmeden. Bedensel özelliklerinle ilgili garip geri bildirimler veriyor mesela. Kendine hiç bakmadan. Ulan bulmuşsun benim gibi birini, pardon da, bir kendine bak önce diyorsun. Ben diyordum yani. Sonra işimle ilgili tuhaf ezmeler.
Onunla ilişkiye başladığım andan şu ana kadar işimle ilgili kendimce güzel başarılarım oldu. Bu süre zarfında bir çok zafer elde ettim. Bunların hiç biri ile ilgilenmedi. Hiç. Bana imzaları atmam için pahalı bir kalem satın alan adam, günlük hayatımla ilgilenmemeye başladı.
Bilmem nereye görüşmeye gittim şöyle geçti diyorum, “hahaha makarnacı mı olucan” gibi bir yorum. (Ünlü bir İtalyan zincirdi gittiğim yer)
Manyak manyak yorumlar. Tabi bütün bunlar yaşanırken çıkışlarım oluyor, böyle yazıyorum ama, sürekli silik vaziyette susan ve sinen bir tip asla değilim. Sürekli geri bildirim veriyorum ve çoğu zaman “Latife ediyorum, aşk olsun” benzeri cümlelerle karşılaşıyorum. Sonradan yaptığım araştırmalarda “Just kiding” in bu tipler tarafından sıklıkla kullanılan bir cevap olduğunu öğreniyorum. Of o araştırmaları yaptığım dönemde yaşadığım içsel yolculuğu anlatmam mümkün değil zaten..
Ve yine öğreniyorum ki, amacı bana kendimi değersiz hissettirip bundan beslenmek. Çok kaba tabirle “Ben senden daha iyiyim. Sen zavallı bir insancıksın. Kendini kötü hisset ki, ben de ne kadar iyi olduğumu hatırlayayım”. Çok kötümser bir cümle biliyorum. Özellikle benim pembe dünyam için bunu kabullenmek çok zor oldu. Fakat gerçek bu.
Bu süre geçerken telefonuyla fazla haşır neşir olması dikkatini çekiyor. Gece vakti insanlarla mesajlaşıyor, çoğunlukla kadınlar. Soruyorum, “arkadaşım” diyor. E hiç buluşmadın kaç aydır, nasıl arkadaş? Benim de var erkek arkadaşlarım ama hayatımın içindeler, görüşüyoruz eğleniyoruz vs. Sende o da yok, nasıl arkadaş? Zaten doğru dürüst “arkadaş” ilişkisi yok. Ne arkadaşı?
Ve tiplerine bakıyorum, yani Allah affetsin, çoğu leş. Kötüler yani. Şu an fark ediyorum ki, o boncuk dağıtmalar, o sanal flörtler için seçtiği kimselerin aslında çok daha pırıltılı ve kendine yakışır insanlar olması gerekmiyor. Onunla ilgilenmeleri ve onu beğenmeleri yeterli. Sadece bu.
Mesela Dubai’de yaşayan bir “arkadaşı” var. Sürekli mesajlaşıyorlar ama sürekli. Gözleri birbirinden ayrık, baya çirkin bir kadın. 15 senelik arkadaşım diyor ama bir gariplik var, hissediyorsun.
Son haftalarda bu kadınla olan iletişimi Telegram isimli gizli bir mesajlaşma uygulamasına geçti. Kadın istemiş. Kadın evli ve 2 çocuğu var bu arada. Sabah akşam mesajlaşma halindeler. Bir tür karşılıklı zihinsel mastürbasyon yaptıklarını düşünüyorum. Sanki aralarında gizli bir dünya var, kadın da kocası tarafından öğrenilsin istemiyor vs. Ortak bir paydada buluşmuşlar, ama içerik kesinlikle pis. Çok eminim. Yani insanın aklı alır mı, non stop her gün mesajlaşacaksın bir arkadaşınla, karşı cinsten biriyle, bir tuhaf.
Neyse, geçti gitti çok şükür.
Diyeceğim o ki, bu değersizleştirme dönemi onun için de bir tür hayal kırıklığı aslında.
Çünkü o her zaman idealin, mükemmelin peşinde. Kendi içindeki boşluğu ve hiçlik duygusunu bastırabilecek, tatmin edecek bir kadın arayışında.
İdealize etme döneminde benle yemek yedikten sonra arkadaşlarının yanına gidip “hayatımın kadınıyla yemek yedim” demiş, çok da yalancılık yok bu işte aslında. O anda öyle hissediyor. Seni alıyor, göklere çıkarıyor.
Ne zaman ki normal bir insan olduğunu fak ediyor, sinirleniyor “Neden mükemmel değilsin sen? Neden kusursuz değilsin?” der gibi.
Oysa sen hep aynı kadınsın. Hiç değişmedin.
Değişen şey onun algısı.
45 sene boyunca çeşitli kadınlarla aynı hikayeyi yeni baştan yaşayan ve her seferinde bu tatmini bulamayan bir adamın hala aynı şeyi yapmaya devam etmesi?
Sorunun kendinde olduğunu görmemesi?
Bu döngüye kendini bile isteye hapsetmesi?
Salaklık tabi, ama unutmayalım, o hasta.. Has-ta!
3)      Terk etme, ayrılma / Sen şimdi git, ben yenisini buldum. Ama tamamen gitme, kal kenarda
Ne olur ne olmaz, kenarda köşede dur. Kontrolüm altında olduğunu bileyim. Her ihtiyacım olduğunda dönebileyim.
En sevdiği şarkılardan birinde şöyle bir söz vardı “For every woman you will leave an open door”. Şarkının en çok bu kısmını severdi. Bir de “Oh no, she’s gone back wherever she came from. You watch her go, your reaction’s far too slow”.
Yani her zaman biliyordu kim olduğunu. Bilerek bunu başka insanlara yaptığı için onun kötü kalpli biri olduğuna inanıyorum artık.
Terk etme dönemi şöyle ; tamamen sebepsizce ayrılabilir senden bir anda. Bir anda. Bir gecede. Benden de ayrıldı bir 3-4 defa. Kendince. Ama hiç ayrılmadık, bırakmadım hiç, doğruya doğru.
İlk ikisinde, gece vakti evine gidip “sorun nedir” dediğimi hatırlıyorum.
Beni karşısında görünce “bunu hiç kimse yapmamıştı bunca zaman, iyi ki varsın, gel-git lerim olduğunu biliyorum, üzgünüm” demişti.
Yani diyordu ki, “Aslında beslenebileceğim yeni bir kaynak bulmuştum, ve senin sorumluluğun fazla gelmişti o anda, yönetemezdim her şeyi bir arada. Bu yüzden git dedim. Ama sen beni şimdi öyle bir besliyorsun ki, gitmeme çok da gerek kalmadı aslında. İyi ki varsın. Hep besle beni, hiç bırakma”
Başka kadınlarla yemek yiyecek, ilgilenecek çok da vakti olmamıştı bana göre.
Bir de şu var, ana yemek her zaman ışıltılı olmalı. Daha iyisini bulana kadar, denemeye devam. Olay buydu hep.
Sonuçta ben de zamanında onun gözünde “daha iyi” kriterlere sahip ve taze bir kaynak olduğum için tercih edilmiştim. Elbette ki aynısı benim de başıma gelecekti.
Son haftamızı anlatayım. Bağlanma problemlerimiz olduğunu fark etmiştim. Bir terapistle görüşüyorduk bir süredir. Birebir gittiği de oldu bir seans.
Şu terapist olayını anlatayım. Beni geri kazanmak için çabaladığı dönemlerden birinde (gideceğimi hissettiğinde) tabi ki de tipik olarak bana istediğim bir şey vermesi gerekliydi. Bu başka kadınlar için evlilik teklifi, ya da hediyeler olabilir. Bende bunların işe yaramayacağını biliyordu, bu yüzden bu teklifle geldi “Ben seni kaybetmek istemiyorum. Ama görünen o ki beceremiyorum da. Destek alalım, terapiste gidelim”. Bu teklif ondan geldi, şaka gibi değil mi?
Araştırdım. En iyisini buldum. Dedi ki “ben ona gitmem”. Nereden tanıdığını sordum, eski eşi ile boşanma aşamasında birkaç ay o isimden destek almışlar. (Evet bir sene civarı süren bir evlilik geçmişi var – nefretle andığı. Kim bilir o kız neler yaşadı. Bu adamla evlenmeyi düşünmek, evlenmek? Tanrım..)
Sonra o işinde en iyi olan terapisti aradım, durumu izah ettim. Bana iki isim önerdi güvendiği. İkisini de ona yolladım ve seçmesini istedim. Araştırdı ve seçti. Randevumuzu aldık, gittik. Sonra birebir seanslar vs derken, bir anda gitmeyi bıraktı J
Bana dedi ki “O adam bana yardımcı olamaz, sırf seni mutlu etmek için bunu önerdim ben”
Baya itiraf yani. Mutlu etmek değil amacı tabi, gitmeyeyim diye.
“Bana yardımcı olamaz” derken kendi rahatsızlığının bilincinde olduğunu tahmin ediyorum. Sonradan sorduğumda kıvırdı. Seans bitmeye yakın ‘haydi biraz hızlanalım’ demiş terapist, o da buna bozulmuş.
Haklı olabilir, ama yeterli değil. Kendi ile uğraşmak isteyen biri, benim desteğime ihtiyaç duymaksızın kendi için araştırmalara girer, tedavisini olurdu. O bunu hiç istemedi. Öyle mutlu ki aslında böyle olmaktan. Kendi paralel evreninin kralı. Ve gerçek dünyayla uyum sağlayamadıkça hayal kırıklıkları yaşamaya devam ediyor. Ve yaşlanıyor. Ve hastalanması an meselesi. Ve ölecek bir gün. Ve ölüyor aslında ve farkında bile değil..
Neyse, terapistimizin de geri bildirimleri sayesinde, onun ne olduğunu kafamda oturtmam daha kolay oldu. Son birebir seansımızda adam bana “Uğraşma, bırak, akıllı bir kızsın, her şey ortada” dedi.
Bunları onunla paylaştım. Güzel güzel anlattım. Bak senin başına böyle şeyler gelmiş, sen böyleymişsin. Bende de bu bu var. Belli ki ikimizde de bir şeyler var. Bu yüzden çekmişiz birbirimizi mıknatıs gibi (Çekim yasasına inanır mısınız? Ben inanırım. Bir araya gelmemiz asla tesadüf değildi. Kişilik olarak kusursuz çiftiz aslında. Özellikle onun açısında. Bir narsist ve bir empat. Efsane çift. Daha iyisi yok onun için. Tüm literatür böyle söylüyor.) Gel savaşalım. Güzel bir gelecek mümkün. Ben senin yaşına geldiğimde senin gibi olmak istemiyorum. Ben kendi adıma ne gerekirse yapacağım, üzerine gideceğim. Gel sen de yanımda ol, beraber yol alalım.
O akşam ona “Issız Adam” filmini izlettim. Evdeyiz. Önce tepkiliydi, neden bunu izlediğimize anlam veremedi. Son sahnede, adamın ne kadar yalnız kaldığını gördüğünde, birden ağlamaya başladı. Ama ne ağlamak. 45 yaşında adam kucağımda. İçli içli, titreyerek ağlıyor. Sarhoşuz da. Gerçekti o. Korktu.
Bana yakın olduğu için ağlamıyordu kucağımda. O ağlayışta da yine sadece kendisi vardı.
“Ben böyle bir adam değilim, böyle biri olmak istemiyorum. Gitme. Bırakma beni. Gel tamamen yerleş bu eve, beraber yaşayalım” dedi.
Sanıyorum 20 dakika kadar titreyerek ağladı. İnanılmazdı. Ben bitik tabi, ben de ağlıyorum. Sonun başladığını gayet iyi biliyorum. Kapılıp gidemiyorum. Ama çok da üzülüyorum. Biraz inansam, biraz potansiyel görsem yine dost kalır destek olurdum ama imkanı yok. O asla değişemeyecek.
Tam ben bunları yaşarken, kendi kendime, kendi durumumu çözmeye çalışırken, anneme öfke beslediğimi fark ettim. Evime gitmek istemedim. Annemi görmek istemedim. Dedim ki, “birkaç hafta ver bana, burada kalmak istiyorum”. Bağımlılık da var tabi. O eve dair her şey güzel ve güvenli geliyor. En güvensiz olduğum durumun içinde kendimi güvende hissediyorum, ne saçma. Şimdi üzerinden 2 hafta geçmişken bile görmek daha net. Baya kötü bir durum.
Kendi evim daha güzel, daha konforlu, daha lüks. Buna rağmen o evi istiyorum. Deterjan kokusu, onun giyilmiş tişörtlerini giymek gibi saçma davranışlar içindeyim.  O yatakta acayip rahat uyuyorum. Ne tuhaf.
En son hafta sonumuzda bana dedi ki iş için Almanya’ya gidiyorum. Ev senin. OK dedim. İşimi hallettim akşam eve döndüm.
Not yazmış masaya “Harika bir haftasonu geçir, digiturk’u çalıştırmak için şu tuşa basman yeterli” vs şirinlikler. Masaya da 4 paket sigaramdan almış bırakmış.
Normalde “Ay canım” dersin. Diyemiyorum. Bir şey var belli, bir vicdan temizleme, ya da elde tutma çabası. Çok üstüne gitmedim, zaten kendimle uğraşıyorum.
Cuma gecesini evde geçirdim. Cumartesi gecesini sabah 3’e kadar partileyerek geçirdim.
Pazar oldu, bir döndü, surat pancar. Yanmış güneşten. Hissetmiştim zaten bir bit yeniği olduğunu, ama diyorum ya üstüne gitmemiştim. (Cuma gecesi sabah 5’te bir anda nefes nefese uyanıp ona ‘nerdesin sen’ diye mesaj atmıştım mesela. Kadın hep hisseder..)
Bu satırları yazarken baya içim sıkılıyor çünkü ilişki boyunca en güçsüz ve en zavallı olduğum anlar aslında. Kendimle ilgili müthiş bir gerçekliği ilk defa fark etmişim (ikili ilişkimdeki sıkıntının annem kökenli olduğunu) ve öyle günler geçiriyorum ki.. Ve o kadar yanımda yok ki..
Arkadaşı B ile Alaçatı’ya gitmiş. Şaşırdık mı? Hayır. Kaçtı.
Narsistik kişilik bozukluğu olan insanların, kurbanlarını en zayıf anlarında terk etmeye meyilli olduklarını biliyor muydunuz? Hep böyleymiş. Canavar işte bir tür.
Senin ona ihtiyaç duyduğunu biliyor ve bilerek yanında olmuyor. Sorunlarının olması onun gözünde bir zayıflık. O anda senden alabileceği hiçbir besin yok. O zaman seninle olmasının manası da yok. Mantık bu. Acımasız ve vicdansızca.
Elbette kıyametleri kopardım. Söylediklerimin haddi hesabı yok. Narsistik yara açacak kadar derin eleştiriler. Sonra gittik rakı içtik (eve gitmek istemiyorum inat ve ısrarla, ne tuhaf bir durum?)
Arnavutköy’de lüks bir balıkçı. Biraz derinine indim yine. Koskoca adam balıkçıda yine ağlamaya başladı bam teline bastığımda. Dedi ki “Beni çok iyi tanıyorsun, senden nefret ediyorum”. Kalktım yanına gittim. Sarıldım. Daha şiddetli ağlamaya başladı “Senden nefret ediyorum, seni çok seviyorum” dedi.
Hastalıklı durumun seviyesinde son nokta!
Ben zaten bitişi başlatmıştım son 1 aydır. Biliyordum. Analizlerimi sürdürüyordum. O evde kalmaya devam ederek aslında vedalaşıyordum. Çok garip bir psikoloji. Keşke işi bilen biri daha doğru analiz edebilse beni.
Neyse sonuç olarak, kendine bağımlı, onu 1 seneye yakındır müthiş seviyede (belki senelerdir kimsenin yapmadığı kadar) besleyen, ona bağımlı ve pırıltılı kadın, ertesi gün ondan tiksinerek, eşyalarını topladı ve evine döndü.
Birkaç para eşyam hala var evde.
Anahtarı da bende duruyor.
Fakat şu an müthiş bir sessizlik hakim (Silent Treatment)
Çünkü; birkaç gün sonra doğum günüm geldi. Doğum günleri narsistlerin sevmediği günler. Çünkü o gün ‘senin’ günün. Sadece sen olacaksın. Muhakkak yanında olmazlar o günlerde. Ama birkaç gün sonra pop-up hediyeler veya telafi planları ile dönebilirler. Hediye de muhakkak onun da işine gelecek bir şey olabilir. Mesela eski kız arkadaşına kızın doğum gününden uzuuuun bir süre sonra bir müzikal bileti satın alıp gönderiyor ve diyor ki “bilet iki kişilik, istediğin kişiyle gidebilirsin”. E tabi ki beraber gidiyorlar. Manipülasyonun dibi!
Gece 12'de doğum günümü kutladı. Cevap vermedim. Sabah teşekkür ettim. 
Öğleden sonra "programın var mı? Çıkarayım mı seni?" Dedi. İstemedim. Gerçekten istemedim.. 
Neyse, şu an bana korkunç öfkeli. Çünkü ana besin kaynağını kestim. Çünkü depresyonda değilim, eğleniyorum ve geziyorum. Buna dayanamıyor. Senaryoya göre çok kötü durumda olmalıyım ve bundan da beslenmeli. Yok sayıyorum. Sanki hiç yaşamamış gibi davranıyorum, deliriyor. Elbette ki başkalarıyla görüşüyor. Yoksa o ev üstüne üstüne gelir. Yoksa içindeki boşluk onu yer bitirir. İnsana ihtiyacı var, kana ihtiyacı var. Alamadığı anda intihara kadar gidebilir yaşadıkları, öyle derin bir hiçlik hissi.
Ama şu an aldığı besin onu yeterince beslemiyor. Hatta birkaç hafta sonra, diğer kadının ya da kadınların zayıflıklarını fark edecek ve geri gelecek. Narsistler her zaman geri gelir, her zaman! Hiç şaşmaz. Onun hayatından çıkan kadınlara seneler sonra LinkedIn üzerinden ulaşıp “Nasılsın? Umarım iyisindir” benzeri mesajlar attığını gördüm Ipad’inde. Aynı gün iki farklı kadına falan mesela. Bu şu demek “Besinsiz kaldım, bir bakayım hala oralarda mısın?”
Sosyal medya da ayrı bir olay. İlişki boyunca bana sürekli “Fotoğrafımızı paylaş, koy” deyip dururdu. Sürekli ama. 6 ay paylaşmadım hiçbir şey, emin olamadım, hep garipti. Sonra paylaşmaya başladım. Bundan gurur duyardı. Kimler like’lamış tek tek inceler analiz eder falan, ergen genç kız gibi takipleri var sosyal medyada.
O da bizim bir fotoğrafımızı paylaştı, inanılır gibi değil di mi? Onu 4 senedir tanır, takip ederim. Gerçekten hiçbir kadınla fotoğrafını görmemiştim. Şarap kadeh’lerine tag’lemeler falan görmüştüm ama baya sarılmalı fotoğraflarımızı koydu. Bu şu demekti “Sen benim sosyal statümü yükseltiyorsun”
Ne iğrenç di mi.
Şu an hala duruyor fotoğraflarımız.
Ben sildim. Biraz tiksindim açıkçası onun gerçek yüzünü görünce. İstemedim.
Yani aşk hayatının ayrılık aşaması böyle bir şey. Senaryosuna göre önce benden daha iyi birini bulacak, sonra beni çıkartacaktı hayatından. Ama öyle olmadı. Ve sonrasında narsistik öfke ile karşılık verdi. Ve deliriyor.




26 Nisan 2016 Salı

Arkadaşları


Arkadaşları var mıydı? Evet elbette, herkes gibi. Ama hepsi yeniydi. Hemen hemen hepsi.

Birkaç ay içerisinde fark ettim ki, hayatı insan kaybetmekle geçmiş. Arkadaşları da dahil.

Bunları ona söylediğimde, çok eminim, diğer insanları suçlamıştır içinde (bana çaktırmadan). Onlar iyi olsaydı arkadaşlıkları da devam ederdi kesin.. Çünkü ona göre, o öyle mükemmel ki, hiçbiri onun başarısızlığı olamaz. Bunu bu şekilde ifade de etmez (Covert narcissist). Ama içinden böyle düşünür.

Onun dostu yoktu. Aslında 2 kişi vardı böyle, ama günlük yaşantısında olmadıkları için arkadaşlığı devam edebilmiş onlarla.

İkisi de onunla olan ilişkisinde alfa taraftı, yani daha dominant. Onların dominantlığını kabullenmiş, tıpkı babasına kendini ıspatlar gibi, onlara da ıspatlamak ister bir hali vardı.

Bu ıspat çabalarından biri de elbette ki bendim.

30 senelik arkadaşı olan kişi evli. Dünya tatlısı iki çocukları var. Aile olarak pek seviyorum hepsini, cidden çok şeker insanlar.

Bir çok kez beraber yemekler yedik, onların evinde buluştuk vs.

Hatta bundan birkaç ay evvel, onlara dedim ki “beni bir akşam yemeğe çıkarın, ama üçümüz”. Kabul ettiler. Çıktık. Yakın da oturuyoruz zaten.

O çok şaşırdı bu duruma. Biraz da bozuldu. Müthiş rahatsız oldu aslında, ama söz konusu kişi 30 senelik arkadaşı olunca (dominant) hayır diyemedi.

O güzel insanlar bana vakit ayırıp, arkadaşlarının hayatında olanı biteni duymak için vakit ayırıp benimle yemek yediler. Çocuklarını evde bıraktılar. Tam 4.5 saat vakit geçirdik. Rakı içtik güzel. Oturdum ve dedim ki “Beni tanımıyorsunuz biliyorum, ama size 30 senelik arkadaşınızı anlatmak istiyorum bu akşam ben. Yaşadıklarımı paylaşmak istiyorum. Kendi gözümden, kendi yaşadıklarımdan size onu anlatmak istiyorum.”

Anlattım.

Dinledim.

Şaşırmadılar, yaşadıklarım çok benzer hikayelermiş aslında. Ve hatta, çok sevdiği bu arkadaşlarına bile benzer tutumlar sergilediği anlar olmuş. Onu o şekilde kabullenmişler artık. E biriyle mutlu olmasını da istiyorlar. İlk tanıştığımız günden beri beni çok tuttuklarını biliyordum. Hatta arkadaşı ona demiş ki o akşam (kenara çekip) “Bana bak aklını kullan, böyle birini bir daha kolay kolay bulamazsın, kıza iyi davran”.

Bu tür iltifatları arkadaşlarından aldığımda ilk zamanlar seviniyordum. Hoşuma gidiyordu, güzel bir şey neticede, seni seviyorlar, seni kabulleniyorlar.

Sonra sonra, bunlardan rahatsızlık duymaya başladım. Çünkü, o akşamların sonunda eve döndüğümüzde, o dört duvar arasında başbaşa kaldığımızda, benim aldığım övgülerin acısı çıkıyordu. Öfkeleniyordu ve öfkesini bana belli edemiyordu. Alkol de aldıysa (yüksek miktarda aldıysa, yoksa hep alır) söylenip duruyordu.

Ben bunu hep bana yeterli olamayacak hissi yaşıyor diye yorumlardım. Her erkekte olabilecek, basit güvensizlik problemleri gibi. Kaldıramayacağım bir şey değildi, gayet güzel idare de ederdim normal boyutta kalsaydı.

Fakat beni hayatındaki kadın olarak değil, başka bir insan olarak kıskandığını fark etmemiştim. Şimdi anlıyorum. Ben o anda ondan daha iyi, daha kıymetli olarak atfediliyorum ya, derdi oydu.

Yani yine, bir çok konuda olduğu gibi bu konuda da olay benimle ya da bizimle ilgili değil, yalnızca ve yalnızca kendiyle ilgiliydi.

Eski patronum, onun şu anki işyerinden önceki iki işinde onu işe alan kişi. Hep söyler “7 sene sayesinde ekmek yedim” der. Ben de severim patronumu, hala görüşürüz. Hatta ilk beraber olmaya başladığımızda akıl almıştım ondan. “Kimdir, nasıldır, iyi midir” vs. Çok derinini bilmezdi, onu uzaktan tanıyan herkes gibi klişe yorumlar yapmıştı aslında. “Hep düzgün insanlarla çıktı, ama bir türlü dikiş tutturamadı. Belki de bu yaşta sen onun son umudusun” demişti. Çünkü beni de çok iyi tanıyordu.

“Son umut” dedi ya, of sen evde gör olayları. Günlerce bana “son umut, son umut” diye seslendi. Nasıl içerlemişti. Kim bilir içinde nasıl bir baskı hissetmişti.

Ben de şirin şirin “E herhalde, nereden bulacaksın benim gibisini” diyordum. Onun içinde yaşadıklarını bilmeden.

Yani bana yapılan her övgü, bir süre sonra yol su elektrik olarak yine bana dönüyordu.

Etrafındaki herkese ama herkese aslında düşmanca yaklaştığını ancak şimdi fark edebiliyorum.

Mesela şu sıralar en yakın arkadaşı B. Onunla da takriben benimle görüşmeye başladığı dönemde görüşmeye başladı. O da yeni. O da taze. O da henüz ve hala farkında değil olabileceklerin.

Onunla ilgili bana söylediklerini bir bilse, inanmaz bana. Ona kesinlikle güvenmiyor. Onunla bir alakası yok, hiç kimseye güvenmiyor. İlk zamanlar B’nin yüklü bir miktarda paraya ihtiyacı vardı. Sanıyorum kardeşi ile ilgili bir borç harç durumu varmış. Bu parayı arkadaş gruplarından istemiş. Bizimki de şüpheleniyordu hep “acaba gerçekten kardeşi ile ilgili bir durum mu var yoksa başka bir şey için mi istiyor, bilemeyiz” diye. Bana o zamanlar çok garip gelmişti böyle düşünmesi mesela. İnsan arkadaşı ile ilgili böyle şeyler düşünür mü? O düşünür. Bir de bu herkese yardım eden, bonkör halleri yok mu, böyle bilinmiyor mu, deliriyorum düşündükçe, öfke basıyor. O insanlar, onun kendileri hakkında gerçekte ne düşündüğünü bilseler kim bilir neler hissederlerdi.

Arkadaş grubu dediğim de şöyle, bundan 1 sene evvel, mezun oldukları lisedeki dönem arkadaşları tekrar görüşmeye başlamışlar. Whats app grupları kurulmuş vs. Tabi bizimki, bu gruptaki kadınlara geçtiğimiz senelerde LinkedIn vb portallardan ulaşıp onların da kanını emdiği için, bu grupta olması çok da hoş karşılanmamış ilk etapta.

Büyük grubun içinden bir küçük grup çıkmış sonra – genelde bekar ve benzeşenler grubu.

Tanışıyorum bir çoğuyla, çok eğitimli cici insanlar aslında. Fakat hepsi sorunlu. Çok net.

Hatta bir akşam bu grupla yemekteyiz Cihangir’de. (Tabi biz yemeği yerken bana sürekli “şu an burada olman büyük bir adım, büyük gelişme” deyip duruyor, hani lütfetti de bu gruba da soktu beni)

Gruptaki kızlardan biri (kız dediğim 45 yaşında tabi, ben yine aralarında papatya) dedi ki “Bizim dönemden mezun olanların hepsi bir tuhaf, dikkatlice incele. Evli olanlarımız bile evliliklerinde ciddi problemler yaşıyorlar. Kesinlikle hepimiz çok tuhafız, normal değiliz” dedi.

Sonra araştırdım mezun olduğu liseyi, hakikaten ekşi sözlük’te falan “kasvet, melankoli” gibi tanımlar var okulla ilgili.

Kız-erkek ayrı okumuşlar o dönem. Kızlarla erkekleri ayıran bir duvar varmış okulda, duvarda da bir kapı. Öğretmenler derse giderken o kapıdan geçerlermiş. Sadece vapurda veya toplu taşıma araçlarında bu kızlarla erkekler bir araya geliyorlarmış. Yani karşı cinsi, cinselliği keşfetmeleri epey zaman almış diyebilirim. Misyoner bir okul. Müthiş disiplinli eğitim veren bir okul. Bir ilginç.

Ve şimdi, sadece bu insanlarla vakit geçiriyor. Neredeyse her gün.

Çok sevdiği için değil, yalnızlığından.

30 senelik arkadaşı da bu gruptan aslında (o da aynı lise) fakat hoşlanmıyor B’den. Sevmiyor. Ben insan olarak seviyorum yalan yok, eminim o da çok şey yaşadı etti hayatında. Ama yanlış bir arkadaş olduğunu düşünüyorum ne yazık ki. Çok yakınlaştılar aniden, çok tuhaf. B de çok yalnız. Instagram’da 1500 takipçisi var bir fotoğraf paylaşıyor, 10 küsür like. Gülmeyin, bunlar önemli göstergeler değil gibi gelebilir ama değil. Sevilen biri değil.

Tam bir womanizer B. Tipik bir erkek işte. Onla yatayım kalkayım, bunu götüreyim. Her gece içeyim. Uyuşturucu falan da var. Kötü yani kötü. Tipi de kötü. Kalitesi de bizimkine pek uygun değil. Neden böyle bir tercih yaptığını anlamıyordum. Ta ki 30 senelik arkadaşı beni aydınlatana kadar. Dedi ki bana “O hep silikti aslında gruplarda. Ön planda olan biri değildi. Şimdi bu grupta ve B ile olan arkadaşlığında domine ediyor grubu. Bundan keyif alıyor. Orada kral, kendini iyi hissediyor. Bu yüzden onlarla görüşüyor” dedi. Çok haklıydı. Sonradan yaptığım araştırmalarda bu tür insanların ya çok ışıltılı, kendi kalitesini arttıracak kişilerle ya da çok silik, domine edebilecekleri kişilerle arkadaşlık kurduğunu okudum. Bu sefer böylesini deniyordu demek ki. Hala sürekli görüşmeye devam ediyorlar. Paylaşılan her fotoğrafta o yüzeyselliği, o sahteliği görebilen bir tek ben değilim çok şükür.

Bir de şöyle hikayeler yaşandı aslında. Benim arkadaşlarımla da sosyalleşti ve kaynaştı tabi bu süre içerisinde. Beraber tatil bile yaptık. Evlerimize gittik geldik vs. Baya kaynaştık yani. Ben tabi mesudum bu durumdan. Şimdi düşünüyorum da kim bilir kaç kadınla, kaç arkadaş grubuyla kayşatı böyle.

B ile benim çok yakın bir arkadaşım çıkmaya başladılar. Arkadaşım fıstık gibi, çok güzel, süper bir aileden gelen ve zengin bir kız. B çirkin. Tam o dönemde B işini kaybetti. Toplu bir para geçti eline. Tam o dönemde benim arkadaşım B ile ilgili hoş olmayan şeyler hissetmeye başladı ve ayrıldılar. Arkadaşım baya üzüldü o dönem..

Fakat beraber oldukları dönemde B kıza öyle iyi davranıyordu ki, inanılmaz. Müthiş bir ilgi alaka, müthiş jestler. Biz de whats app grubumuzda (benim arkadaşlarımla beraber bir grubumuz da vardı), B’nin bu mükemmel jestlerini övüyorduk o dönem. Sen misin öven, şu an dibinden ayrılmadığı arkadaşını da kıskanıyordu, düpedüz! Yahu insan arkadaşını kıskanır mı? En fazla mutlu olursun. Normali bu değil midir? O kıskanırdı. Hep bir rekabet. Şu an yakın olarak görüşmeleri tam da bu yüzden benim için hiçbir şey ifade etmiyor. İkisi de birbirini kullanıyor. İkisi de yapayalnız. B’nin hayatında bunların bu derece farkında olup a savaşan bir kadın yoktu, ama bizimkinin vardı (ben). Şaka gibi değil mi, beni itip o gruba daha da çok sarılması. Normal şartlarda şaka gibi evet, ama hatırlatayım, o bir narsist.

B ile benim arkadaşım ayrıldılar. Hiç unutmuyorum bir Pazar günü yataktayız. Ayrılmalarından bahsediyoruz (çok detaylı konuşmazdık, ikimiz de kendi arkadaşımızı korurduk çünkü, ilişkimiz zedelenmesin diye). Ayrılmalarından büyük bir keyif duyduğunu hissettim. Şaka yapmıyorum, ciddiyim. Keyif aldı. Çünkü o kazandı (ilişkisi sürüyordu) ama B kaybetti. Hatta yataktan kalktı, traş olurken, giyinirken falan bütün gün “tribünlere oynamayacaksın bu hayatta ha haa” deyip durdu. Ben şok! Yüzüne de vurdum, dedim “sen düpedüz haz alıyorsun bu durumdan?”, direk çevirdi tabi lafı, ne alakası var dedi. Ama tribünlere oynamayacaksın bu hayatta demeye devam etti. Korkutucu değil mi?

Bir de, yine aynı gruptan bir arkadaşları var M. M’nin işleri son zamanlarda bozulmuş. Çok varlıklılar normalde ama ticaret işte, olur böyle şeyler. Bir yandan whats app grubunda yazışırken bir yandan benle sohbet ediyordu, evdeyiz. “M’nin işler baya kötü gidiyor”dedi ama bunu söylerken üzülerek söylemedi. İnanın deli değilim, hissettim diyorum. Bundan keyif alır bir hali vardı. Çünkü o GM. Çünkü o iyi kazanıyor. Çünkü o içlerinde en iyisi.

Şimdi soruyorum, ben bunları fark etmişken, bu adamla nasıl arkadaş kalabilirim?

Zaten insanlar fark edip kaçıp gitmişler hep. Bu bahsettiğim insanların hepsi yeni.

(Ve tüm o fotoğraflar, tüm buluşmalar sahte! Ben o adamın ciğerini biliyorum. Her şey şov. İçinde müthiş bir yalnızlık var, onlarlayken bile. Sadece görsellikten ibaret. Ve çok kısa sürecek. Instagram'ına bakıyorum, dışarıdan baktığında dostları olan biri gibi görünüyor. Fakat o fotoğraflardaki kişilerin tümü, aslında onun kim olduğunu biliyor. O fotoğraflar sırasında neler yaşandığını, ortamın nasıl olduğunu ben çok çok çok iyi biliyorum. Öyle tuhaf ki.. İçinde olmak ve dışarıdan gözlemlemek öyle farklı ki..)

Onlar da farkında aslında. M’nin karısı benimle ilk tanıştığında “kızım gül gibi kızsın, ne işin var bununla, git hayatını yaşa, defolu bu” demişti bana. Yine bizimki silik, gülüyor falan. Bunlar hep uyarı tabi, ama diyorsun ki “belki sandıkları kadar da kötü biri değildir?” inanıyorsun işte. Saf olduğundan değil, iyi bir insan olduğundan. Pişman değilim. Böyle kalmayı yeğlerim.

Yani etrafındaki arkadaşlık ilişkileri de bir garip. Bir keresinde B ile başbaşa yemek yedik. Gizli. Bilmiyor bunu. O da şikayetçiydi bazı davranışlarından aslında. Mesela B’ye buluşalım demiş, çocuk kalkmış geliyor, yarım saat kala iptal ediyor falan. Ya da yemek yiyorlar, ya da bir bardalar, hop bir anda hiç kimseye haber vermeden yok oluyor. (Bundan hemen hemen her arkadaşı şikayetçi. Alkolü fazla kaçırdığı anda hiç kimseyi görmeden hemen eve kaçıyor.)

Yani o da farkında durumun, fakat şu an o da yalnız, beraber takılıyorlar işte. Bir yerde patlar o iş de ne de olsa. Senelerce hayatı böyle geçmiş.

Ama işte, arkadaşlarından da aldığım geri bildirimlere istinaden diyorum ki, acaba son 3 senede (parayı  ve gücü bulunca)  daha da mı kötüleşti durumu? Daha bir güç manyağı mı oldu?

Bu narsistik bozukluk yaş ilerledikçe daha da kötüleşiyormuş zaten. Çirkinleşiyorsun, yaşlanıyorsun, elde edebileceğin kadın sayısı azalıyor. Dolayısı ile işler iyice çığırından çıkıyor

Bilmiyorum. Çok da ilgilendirmemeli beni şu aşamada aslında, yazıyorum öyle işte.