11 Ekim 2016 Salı

6. Ay Güncellemesi - Görünen Köy

Aylar sonra yeniden selam,

Bilerek uzak durdum. Ne düşünmek ne de yazmak istedim.

Kendime mental sınırlar koymam gerekliydi, bu yüzden bu blog dahil bir çok şeyden uzak bir dönem geçirmek istedim.

Blog’a giriş yapınca, okunma istatistikleri beni çok etkiledi.. Haftada ortalama 150 farklı kişi (ve çok daha fazla sayfa okunma sayısı) ile karşılaştım. Motive oldum biraz. Birilerine fikir verme, destek olma fikri güzel. Bir kaza yaşıyorsun, en azından başka insanlara da bir faydası olsun :)

Bir de 3-4 kişi yorum yazmış. Öyle motive oldum ki okuyunca. Demek ki birileri araştırıyor benim gibi, bir çözüm yolu arıyor.. Bir faydam olacaksa ne mutlu bana.. 


Bugün itibariyle 6 aydır yok hayatımda.

Dışarıdan bakıldığında gayet eğlenceli görünen, ruhsal anlamda ise belki hayatımın en yoğun gelişimini kat ettiğim dönemdi.

Biraz işin somut boyutunu anlatayım.. Yani ne oldu ne bitti, neler değişti vs. Görünen kısım.
Öncelikle eşyalardan başlayayım. En son, onun evinde birkaç parça eşyam kalmıştı (ben daha az var sanıyordum, eşyalarım eve geldiğinde daha epey fazla şeyim olduğunu fark ettim)

Annemin eşi onu arayıp eşyalarımı isteyecekti. 3 gün üst üste aradı, açmadı. Kimin aradığını bilerek üstelik (bundan yüzde yüz eminim)

Sonra SMS atmaya karar verdi. Durumu özetleyen bir SMS attı. Saniyesinde cevap geldi :)
“Tabi … bey, ne zaman uygun görürseniz eşyaları ben size ulaştırırım. İyi haftasonları dileklerimle, saygılarımla” gibi bir cevap. Yerlere yattık gülmekten. Sanırsın adam dünyanın en zarif, en görgülü insanı. Güldük yani, elimizde değil..

Sonuç olarak günlerden bir gün, eşyalarım şöförü tarafından evime ulaştırıldı.
Ben evde değildim, işim vardı. İyi ki de değildim. Muhatap olmak istemezdim.

Eşyalarımı, giysilerimi, büyük bir özenle katlamış, valize yerleştirmiş. Kremler vs ayrı bir yerde. Epey özen var. Zaten düzenli adamdı. Sadece, evin içinde tek başına benim eşyalarımı ayıklayıp yerleştirirken onu hayal etmek biraz üzücüydü benim açımdan. Kendi o anda ne hissediyordu bilemiyorum.

Akşam eve geldim. İstif istif giysi kapının önünde. Görüntüde bir sorun yok, ama kokuda var. Buram buram onun evi kokuyor, sinmiş hepsine.

Bir başladım ağlamaya, nasıl ama, durmuyorum. İyi geldi çok.

Bütün giysileri olduğu gibi makineye attım. Yıkanmayacakları da havalanması için balkona. Sırf onun evinin kokusu gitsin diye.

Neyse o mevzu da bu şekilde kapandı çok şükür. Ailemi araya sokmuş olmak çok doğru bir karardı bence. Geri dönüş cesaretini kırdığını tahmin ediyorum. İşin ciddiyetini anlamıştır. Sıfır fire. Sıfır açık kapı. Tam istediğim gibi.

Bir süre daha bir iki mail attı. Sonra kesildi.

Ben de tamamen kendime odaklanma sürecimi başlatmış oldum böylece.

Adam vampir çünkü, sendeki tüm kanı emiyor istesen de istemesen de.. Bunu bir an evvel toparlamam gerekliydi, ve tahminimden çok daha kısa sürede yaptım sanıyorum..

Uzun ve eğlenceli bir yaz geçirdim. Mesleğim gereği yazları daha esnek olabiliyorum. Her sene olduğundan daha erken gittim Bodrum’a. İş için İstanbul’a dönmeleri saymazsak toplam 2-2.5 aya yakın orada kaldım. Çok da iyi ettim.

Uzaktan yürütebileceğim bir proje geldi. Hesap yaptım, yaz tatilimi finanse edebilecek kadar parayı kazanınca da basıp gittim. Ne sonrası umurumda oldu ne başka bir şey. Önce kendimi yükseltmem gerekli ki, işime ve çevreme iyice faydam olsun diye düşündüm. İyi ki de böyle yapmışım..
Bol arkadaş. Bol çocuk. Bir sürü yeni açılan güzel mekan. Bol dans, bol eğlence. Her hafta pazara gidip kütür kütür sebzeler aldık. Süper sağlıklı beslendim.

Paddleboard diye bişi öğrendim mesela, yeni deneyimler.

Yaz öncesinde de bol bol motor bindim. Hep en sevdiğim şeyleri yaptım. Klasik şeyler işte bunlar, klasik kadın hamleleri. Gittim cilt bakım kremleri aldım. Yeni giysiler. Bunlar işin gıybet kısmı. Görünen kısmı. Fasa fiso aslında, ama işe yarıyor.. 

Bir de süper zayıfladım, ne giysem farklı duruyor üzerime. Kendimi gerçekten çok iyi hissettiğim bir dönem. Mutluydum çok. Gelenim gidenim de çok oldu. Gerçekten en çok ihtiyaç duyduğum şey buydu..

Araya bir yaz flörtü bile girdi valla :) Güzeldi yani özetle..

Birkaç haftadır da İstanbul’dayım. İş güç. Kürkçü dükkanı, yapacak bişi yok. İstanbul’a dönmeyi hiç istemedim. Yaşanan her şeyden uzaklaşmak çok güzeldi.

Bu 6 ay içerisinde 2 defa karşılaştık. Biri Bodrum’da, biri de geçen gün İstanbul’da.

Hayır anlamıyorum, koca memlekette neden yani? Onun gittiği yerler belli, ben bulaşmıyorum oralara hiç.. Ben uzaklaşmayı seçtikçe, karşıma çıkması epey enteresan..

Anlatayım.

Bodrum’dayım. Bayram. Eylül. Bodrum yine doldu bayram tatilcileriyle.

Bu da gelmiş. Diyorum ya, sanki memlekette başka tatil yeri kalmadı. Hayır biliyorum da adamın pattern’ini, öyle benim gibi Bodrum delisi bir tip değil. Değildi yani, konuşuyorduk.. Neyse koca tatil beldesini sahiplenecek değilim. Ama ilginç detaylar var..

Bir gece Gündoğan’da çok sevdiğim bir bara gittik. Müzik erken bitti, hızımızı alamadık. Türkbükü’ne geçtik (hiç de sevmem orayı aslında). Girdik bir yere bir kadeh bişi içtik. Müthiş eğleniyoruz, keyfimiz yerinde. Serdar Ortaç’ın sesi geliyor yandan bangır bangır. Gidelim, geyik olsun, bi kadeh de orada bişi içer çıkarız dedik. Program bitmek üzereymiş, son şarkıymış. Tam çıkarken B ile karşılaştık. Onun arkadaşı. Yanımda onunla bir dönem flört etmiş bir kız arkadaşım da var. Bunu görünce gitti merhaba dedi, biz de grubun geri kalanı yürüdük gittik. Ben yönlendirdim açıkçası, istemedim hiç muhatap olmak falan. Kızdım da arkadaşıma çok, ne münasebet yani? Elin geri zekalı herifine neden merhaba diyeyim? Loser loser takılıyorlar, beni, bizi zerre kadar hak etmiyorlar. Bir de refleksti biraz bendeki, öyle bitirmişim ki, gördüğüm an tepkim kafamı çevirmek oldu. Ne acayip..

Neyse, o gece öğrendim ki o da Bodrum’daymış. İyi dedim hoş gelmiş, ne yapayım yani? Gittiğim yerler belli, keyif aldığım yerler belli. Konuşuyorduk da önceden, çok onun gittiği yerler değildi benim mekanlarım. Anlatırdım, o bilmezdi. ‘Duydum’ derdi. Karşılaşmayız diye düşündüm. Geçtiğimiz sene Türkbükü’nde falan takılıyordu bu sürekli.. Aman neyse karşılaşırsak da karşılaşırız banane dedim, aynen devam.

Ertesi akşam. Yine grupçayız. Limon önce. Ardından Yalıkavak Palmarina’da bu sezon açılan bir bar. Sezon başından beri gidiyorum. Süper çalıyor, tanıdıklarımız da var. Sık sık gidiyoruz yani. Gittik yine oraya.

Bir iki saat geçti sanırım, tuvalete gittim bir arkadaşımla. Dönüşte bunu gördüm. Lise grubuyla takılıyor. Saat 1 buçuk falan. Onun için geç bir saat, o saatte alkolden çoktan uçuşa geçmiştir. Gördü beni.

Yanında da bir kız var ama, kız dediğim koca kadın ve (Allah affetsin) öyle kötü bir kadın ki.. Biraz yakın mı dans ediyorlardı, öpüşüyorlar mıydı tam kestiremedim. Ama oturtamıyorum da kafamda, hani hiç onun çizgisinde değil. Erkek gibi simsiyah saçları vardı. Tanımıyorum, ilk kez gördüm. Kimdir bilmiyorum. Ama çok kötüydü yani, bu yüzden çok da ihtimal vermedim bir şey yaşayabileceğine öyle biri ile. Ya ben bu adamı fazla upscale konumlandırmışım kafamda sanırım. Adam aspiratör gibi, kapatınca rahatlıyorsun resmen. Hayatından çıktıktan sonra, aynaya bir bakıyorsun, sonra bir de ona bakıyorsun ve diyorsun ki ‘Ne düşünüyordum, neyin  kafasındaydım Allah aşkına?’ Sıfır heyecanlanma. Sıfır duygusallık. Sadece tiksinme. Öyle kötü görünüyordu ki.. Bir de kilo mu almış n’olmuş, iyice bir kötü göründü gözüme. Sadece kötü şeyler hissediyorsun görünce. En azından bende böyle oldu. ‘Bu muydu ya, bu adam mıydı’ diyorsun. Onu gördüğümde hissettiğim tek şey buydu. Kendime yediremedim yani. Egom bir güzel oynadı benimle. Ego sever bunu, yapar arada. İyidir de aslında, korur misler gibi. Neyse.

Tatilim devam etti. Farklı bir grup daha geldi Kaş’tan. Onlarla da gezdik tozduk.. Bir süre sonra İstanbul’a dönüş.

İş güç devam. Bol projeli, yoğun bir dönem başlıyor birkaç haftaya. Biraz onlara odaklanmış durumdayım açıkçası.

Dün yine karşılaştık. Kes kel alaka bir yerde. Cirque du Soleil. Yani o ne anlar böyle şovlardan, ne işi olur? Gitsin içsin sıçsın, başka şey bilmez ki bu. Gidesi tutmuş, ya da muhtemelen grup gitmek istemiş, bu da gitmiş.

Yanında yine o kadın.

Bir de ben bakar körüm, bir yere girince bakmam öyle etrafıma çok. Biliyorum kendimi. Dikkat etmem kim gelmiş kim var.

Oturduğumuz yerde (biz de 8 kişiydik) bir başkasıyla konuşurken salonun ortasına doğru dönerek konuşuyordum. Birden gördüm bunu. Ama kendimi öne doğru çıkarmış, kendini göstermek için bir çaba içindeymiş gibiydi. Adamın ciğerini biliyorum, eminim, o beni önceden görmüş, bilerek yaptı.
Fark etmem de mucize koca salonda. Enerji işte.

Yine sanırım yanında o erkek saçlı kadın vardı. Herhalde görüşüyorlar ne diyeyim. Uzaktan gördüğüm kadarıyla gerçekten bayaa çirkin, hiç onun sınıfı değil.

Şimdi olayı söylüyorum (onun açısından).
Yalnız kalmamak için görüşüyor onunla. Bu süre zarfında da yine pırıltılı, ona kendini daha ‘değerli’ hissettirecek birini aramaya devam ediyor. Bu kadın onu kesinlikle tatmin etmiyor. Bak normal insanlar gibi konuşmuyorum, onun dilinden konuşuyorum. Belki mükemmel biridir, bilemem. Yerinde dünyanın en güzel, en nitelikli kadını da olabilirdi, hiç fark etmez.. Umursamıyorum.  Nasıl olsa yürümeyeceğini bal gibi biliyorum. Mesele bu değil. Mesele o kadının nasıl biri olduğu değil. Mesele, onu kendi gerçekliğinde değerlendirmek. Onun beyni böyle çalışıyor çünkü.

Şu an içten içe şunu düşünüyor ‘Bak, benim hayatımda yine biri var. Bak sorun bende değildi, gördün mü? Gayet de mutluyum’ falan filan bullshit. Yersen. Yemiyorum. Adamın ciğerini biliyorum. Beynindeki her yere ulaştım ben. Bütünleştim. Hissettim onu. Şu an sadece aldığı yaranın acısını hafifletmek için kendine kurduğu bu illüzyona sığındığını biliyorum. Ve geceleri evde yalnızken, ya da sabah uyandığında, bu kurduğu yalan balonuna kendinin de inanmadığını, kendinden ne kadar derin ölçüde nefret ettiğini, hızlı hızlı duşunu alıp giyinip, o evden çıkıp, oyununu oynamaya devam edeceğini ben biliyorum.

Günü kurtara kurtara, 45 senelik bir ömür yaşamış. Üzülmez misin? Mutlu değil asla. Mutlu olması imkansız. Hep böyle yaşayacak. Ve böyle ölecek. Üzülmez misin?

Yalnızca mutlu "anlar" yaşayabiliyor. Asla "gerçekten mutlu" olamıyor. Alkolle ve etrafında o dönem bulunan insanlarla beraber anlık tatminler yaşıyor. Ardından yine kocaman bir boşluk. Bir cümlede ifade etmek kolay, ama "hissedince" içinde olduğu boşluğu, diyorum ki "iyi ki intihar falan etmemiş". Kapkara bir delik gibi. Asla dolmuyor. Dolamaz. Düşünsenize..

Böyle düşündüğümde, öfkem bir nebze azalıyor. Sonra yine geri geliyor :)

Eminim bana çok kızgındır. Bir anda kayboluverdim adamın hayatından. Hiçbir açıklama yapmadan. Söylemeden. Baya sinsice oldu. Hiç yaptığım bir şey değildi, ben de ilk kez yapıyorum. Ve çok da içime sinmiyor (kendi karmam açısından) çünkü orada bir blokaj yarattım. Sindirerek, konuşarak, anlaşarak yapmadım bunu. Baya bir anda vanish! Kendime yakıştıramıyorum hiç. Ama malesef başka yolu yoktu. 

Bunu konuşarak asla yapamazdım. Yine yakınında tutmak için türlü numaralar çekecekti. Ya da, ilişki devam ederken beni cezalandırmak için başka yollara girecek (başka kadınlar, değersizleştirme ve bilimum manipülasyonlar) ve bu da beni fazlasıyla yıpratacaktı.

Kendim için, bunu yapmak zorundaydım. Asla olmazdı. Her seferinde yaptığı gibi, kalmam için bir havuç daha bırakacaktı önüme. Bu şekilde olmak zorundaydı. Onda açtığım yaranın farkındayım, ama ben bunu onun için yapmadım. Kendim için yaptım. O bunu asla anlamayacak. Her şeyi kendi açısından değerlendirmeye öyle müsait bir yapısı var ki, bunu kendi hayatımı yoluna koymak ve o gri buluttan bir an evvel uzaklaşmak için yaptığımı asla bilmeyecek.

Bu tür kimselerin en büyük özelliklerinden biri de, her şeyi, ama her şeyi kendi üzerlerine alınmaları. Bir yere bir şey yaz, bir bakış at, bir şey giydiğini görsün vs hiç fark etmez. Dünyanın baya baya kendi etrafında döndüğünü sanıyor ve sen hayatına misler gibi devam ediyor olsan bile, seni malı gibi görmeye devam ediyor. Çok duydum onun ağzından çünkü “benle birlikte olduktan sonra bir daha mutlu olman çok zor” gibi lafları. Abi, bişi dicem, adam ciddi ciddi hasta.. İçindeyken anlamıyorsun ama, şimdi düşünüyorum da, off yani..

Hadi ben bunu ilk kez bu adamla yaşıyorum, ondaki birikimi, ondaki hikayeleri düşünsene? Kaç kadın? Kaç benzer hikaye? Beyin nasıl doludur? Eski eşi? Açılan yaralar?

Bu şekilde düşünmek zorunda, aksi takdirde ölür. Ruhu ölür. Yaşamaya deva m edecek gücü ve enerjiyi bulabilmek için bu minik oyunlara kendini inandırmak zorunda. Böyle de yitik bir yaşam işte. Buna da yaşamak denirse..

Özetle ; 6 ay içerisinde yaşadıklarım, onunla hiçbir zaman olmadığı kadar pembe, neşeli, eğlenceli, umut dolu, gerçek, tatminkar ve güzeldi.. Biraz da derine inelim bakalım.. İçimde neler yaşadım, neler değişti..








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder